12.12.2006

-BEDEN UNUTMAZ- 2006_

YORGUN - “kırık bir kalp”in pornografisi


Yorgun hem bir proje ve prodüksiyon hem de günden güne içeriğini çoğaltmasıyla, tasarımcılarını ve kendisini getirdiği nokta olarak bir birikimdir. … “son nokta diye bir şey yoktur, hayat devam eder”…

2004 yılında Surattaki 4 Çatlak adı ve “çalışma sürecinde gösterim” mantığı ile başlayarak; farklı mekanlar, dansçılar, oyuncular, metin, tasarım ve müzik seçimleri ile 2006 yılında Yorgun serileri haline geldi, bugünkü halini aldı.

“kırık bir kalp”in pornografisi, yalnızlık oyuncaklarını kurcalayıp, kırılan kalbini oyalamaya çalışan bir adamın otobiyografik hikayesinden ortaya çıkar. Her otobiyografik hikaye gibi kişiseldir ama yine de insanı anlatır. İlyas Odman dansçı ve koreograf olarak bir solo oluşturur. Sahnede yalnızdır. Tek başına dans eder. Böylece gösterimi izleyen bakış, sadece onun bedenine, bu bedenin nerede dans ediyor oluşuna odaklanır. Solo dans, bir yandan otobiyografi fikrini tasarımcısı için desteklerken, diğer yandan da dansçının bir insan olarak belirginleşmesini sağlar. Dansçı İlyas Odman, sahnede dans ederken, kendine ait ya da kendine dair bir alanda yaşayan bir Adam’a dönüşür.

Dansçı olarak, bedeninin sınırlarını ve gücünü denemek isteyen Odman, kendiliğinden yaratmış olduğu Adam’ın da hikayesinde benzer bir tavır oluşturur. Sahnede görülen, bir Adam’ın kendi –kimliğinin- sınırlarını denemesine doğru gider gelir. Adam, biraz da klostrofobik bir hale bürünen yalnızlığı içinde, çıkışsız ve çaresizdir. Sıkışmışlığının farkında, ama bunu durdurmak için ne yapacağını bilemeyen, dahası bunu yapamayacak denli yorgun bir Adam’dır. Yorgunluk da bir birikimdir ve türlü biçimlerde kendini gösterir. İnsanın içinde, yüreğinde, düşüncesinde, eylemlerinde, ilişkilerinde yer eder. Alışkanlık halini alır, vurdumduymazlığa ya da aymazlığa sürükler. İş yapamayacak durumda bırakır insanı. Halini, mecalini, anlamını elinden alır. Vakitsiz, yetersiz, güvensiz, sıkıcı birisi haline getirir. Kendi rutin dairesinde saklar Adam’ı.

Yorgun’un dramaturjik yapısını, Adam, beden ve oda ilişkisinden hareket ederek, otobiyografi ile birleştirmesi; gerçek ben ve gerçek bedenin, sahnede hem fiziksel hem de duygusal riskleri barındıran bir dansçı ile var olması oluşturur. Bununla birlikte, Nilgün Marmara’nın “her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak, bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli”dir diye yazdığı gibi, Adam bir şeyleri değiştirmek için yaptığı denemelerde kaybolarak, karanlıkta yitip gidebilir. Bununla birlikte, Oda, adamın kendine ait odasını gösterdiği, başlı başına bir uzam, her yerde ve hiçbir yerde, hatta kendi içimizde olan bir odayı teşhir ettiği için, “kırık bir kalp”in pornografisini ortaya çıkarır. Adam’ın dehlizlerine inilmesine olanak tanır. Bu aynı zamanda dansçı İlyas Odman tarafından duygusal anlamda alınmış olan risktir.

İzleyenine, bedenini gönüllü bir biçimde, bir dikizleme yeri olarak açan Yorgun, ortaya çıkarttığı Adam’ı olduğu gibi gösterir. Ancak, bir pornografi öznesi olan dansçı/Adam, izleyenine kendini açarken onu umursamaz. Kendini izleyenine hazırlamamıştır, hiç bir şey göstermez, kendisine bakılması için, algılanmak için oradadır, ama bunun için çaba sarf etmez. Tersine, bedenin fiziksel gerçekliğinin hissedilebiliyor oluşunun baskınlığı ile ne ise O’dur, ne yapıyorsa onu yapar. Dansçı gerçekten sahip olduğu bedenini ortaya koyar, o anda o bedenin sahip olduğunu yaparken; Adam’ın da kendine ait olan beden/kimliği o anda orada yer alır. Burada, pornografi’nin teşhir, oyun, sahte, gerçek arasında kurduğu ilişkinin bir benzeri vardır. Otobiyografi bir kurgusallık üzerinden sahteleştirilirken, fizikselliğin ve duygusallığın gerçekten sahneye taşınması ile bir Adam yaratılır. Bu ise, gösterim sürecinin önemli bir parçasını oluşturur. Çünkü bu süreçte, bedenin potansiyeli gizlidir. Nasıl bir beden isen onu göstermek, onunla göstermek...

Adam’ın maruz kaldığını hissetmiş olduğu her şeye nasıl tepkiler verdiği; ya da bir başka şekilde, Adam’ın maruz kaldığı her şeyden nasıl etkilenerek yorulduğu, şiddetli bir fiziksel durum ile ortaya konur. Ancak, Adam’ı yoran yorgunluğun yarattığı şiddet kendine dönerek, daha çok yorulmasına sebep olur. Türkiye’nin İstanbul’unda yaşayan bireyler olarak, böyle bir yorgunluğun ne demek olduğu bir kez daha düşünülebilir? Peter Handke kendi ile diyalog kurarak oluşturduğu denemesinde şöyle sorar/yanıtlar: “Ama yorgun olan, neden hep yalnızca sensin? - En tepelerdeki yorgunluklarım, bana aynı zamanda hep bizim yorgunluklarımızmış gibi gelirler.” Fiziksel olduğu kadar duygusal ve düşünsel bir yorgunluğun, insanı takatsiz ve bırakışı, yerine mıhlanmışcasına haraketsizleştirmesi... Kişiden bütün çevresine bulaşan bir yaşam yorgunluğunun kişiyi bezginleştirmesi; bir devletin yorgunluğunun insanlarının odalarına/bedenlerine sinerek dehlizlerini kapatması. Sonunda yorgunlukla birlikte gelen hiç bir şey yapamazlığın Adamı cezp ederek, bir dokunulmazlık, kendine has bir duruş içine sokarak yabancılaştırması, dünyadan koparması…

Öyle ise, yorgunluk ile mücadele edilmeli mi, edilebilir mi? Peter Handke, sözü edilen denemesinde yorgunluk çeşitlerini anlatırken, ele geçirilmesi, yaşanması gereken bir yorgunluğu da vurgular. Bu yorgunluk, bir zahmet, bir geçiş, üstesinden geliş sırasında oluşan bir yorgunluktur. “kırık bir kalp”in pornografisi, ne ise O olarak kendine sahip çıkmaya çalıştığı, odasına girip kapılarını araladığı, insan unutsa da bedeninin unutmadığını gösterdiği için, böyle bir yorgunluğu hatırlatmaktadır.

* Adam derken, İngilizceden gelen man sözcüğü, insan anlamında hatırlanabilir.
1) Marmara, Nilgün. “Kırmızı-Kahverengi Defter”., İstanbul: Telos Yay., 1994.
2) Handke, Peter. “Yorgunluk Üzerine Deneme”., Çev: Cemal Ener, İstanbul: Nisan Yay., 1990.