13.11.2009

"Kahkaha Deliği" Üzerine_Idans 03

Bütün Öznelerimi ve Bütün Fillerimi Yitirdim, “Kahkaha Deliği”’nde Öldüm!

La Ribot’un yazıp yönettiği, performansını ise Marie-Caroline Hominal ve Delphine Rosay ile paylaştığı “Kahkaha Deliği”, seyircinin motivasyonunu dönüştüren bir dramaturjinin 5 saat boyunca deneyimlendiği bir gösterimdi. Kişisel bir farkındalığın dışında, sanatsal farkındalıkların da vurgulandığı bu “süresel enstalasyon”da, çağdaş dramaturjinin ne olduğuna dair bir öneri ile karşılaşmaktayız.

Bunu Peter Eckersall’ın dramaturjinin gösteri sanatlarındaki bugünki konumunu tariflerken söylediği sözler ile örneklendirmek isterim. “Dramaturji, müzelik durağan tiyatral ve göstergesel gerçekler yerine, dünyayı ve sahneyi, varlığı ve temsili, metni ve dokuyu umulmadık bir şekilde ören; yıkıcı ve bozucu bir süreç haline gelmiştir.” Gösterimin en önemli özelliği, gösterimsel öğelerinin biçimlendirilişindeki seçimler ile o seçimlerin düşünsel, duygusal, bilişsel anlam katmanlarının birbirine örülmesinden geçmekteydi. Gösterimin olay örgüsü boyunca tanık olduğumuz eylemlerin, görsel ve işitsel öğelerin (ses, ışık, kostüm, renk, teknik, beden bilinci, tasarım vb.) yan yana ve ama aslında bir sarmal gibi iç içe, üst üste gelişlerinden doğan gerçeklik, seyircide uyandırdığı anlamlandırma çabasının ve sonunda her biri için “doğan/görünen” anlamın tetikleyicisiydi.

“Dramaturji, sanat yapımının hemen her seviyesine nüfuz ederken, tiyatrodan dansa, sinemadan görsel sanatlara, mimariden “günlük yaşam” performanslarına... (kimlik politikalarına da dahil olarak) durmadan yenilenmeyi amaçlar.” “Kahkaha Deliği”, Eckersall’ın dediği gibi, danstan yazı-sanata, açık biçimli tiyatrodan kapalı biçim tiyatroya, mimariden performansa, performanstan yerleştirmeye sanatın biçimlendirilişindeki farklı pek çok alana sıçramaktadır. Ancak, bu sıçramayı, seyirciye “nüfuz ettiği” anlarla birlikte hem sanatın dönüşümünde hem de seyircinin kendisindeki bir dönüşümle yaratır. Yenilenme; yıkım, tükeniş, yaratma, oluş, olamama, oynama, taklit, kaybediş, bulunuş ikilikleri sayesinde gerçekleşir. Bununla birlikte, yine de, sarfettiği kelimeler ile politik ve “dünyalı” bir toplumsal tavrın içinde kalmayı başarır. Buradan yola çıkarak, “Kahkaha Deliği”, neydi diye düşündüğümde, bütün öznelerimi ve bütün fiilerimi yitirdiğim bir deneyimdi demem gerekir.

Gösterimin sonunda gördüğüm şey, üç bedenin yarısı kartonlarla örtülü çıplak bacaklarından oluşan bir yarık... O yarıktan aşağıya düşüş... Çapı çok büyük bir hortumun tam ucundaymışız, hortumun hava dolu duvarlarına mıhlanmışcasına duruyoruz. Bir hortumun içindeyiz. Bir hortumun içindeymişiz. Beş saat önce yerde duran söz öbeklerinden bezeli kartonların yarısı şimdi duvarda iken, tepetaklak olmuşluğumun duygusu beni şaşırtıyor. Yer kalkmış, havalanmış, uçuyor... İçindekileri de kapıp götürerek.

Her şey bittiğinde ben, gerçekten, beni içine doğru çekip yutmuş o hortumu gördüm. Önce düşüş sandığım şeyin, bir çekiliş olduğunu böyle kavradım. Ancak içe çökerten bir güçle, dışa püskürten başka bir güç, aynı anda beni ele geçirmiş gibiydi. Çok önceleri, bu çekiliş canını yakmaya başladığında, bir yere tutunmak istiyorsun ama nereye tutunacağını bilemiyorsun. Çünkü zaten havadasın, havalanmışsın. Seni tersyüz eden bir içe katlanma hareketi?! Bu hareketi hayal ettiğimde bile başım dönüyor.

Bizi mıhlayan şey saatlerdir dönen ses. Dönen kahkaha. Boşluktaki yankı. İçimi acıdan, hiçlikten, tuhaf bir öte dünya hissinden, kabuğumdan sıyrılmışım gibi parça parça bölen bir sarsıntıdan gitgellere boğan dürtüler... Nefes almak istiyorum!

“die here / please die”

Farklı gülmeler, kahkalar, küçük, büyük, kısık, ince, derinden, çığlıklı, kanırtıcı, davetkâr, muzip, bildik, telaşlı, komik, baygın, kendinden geçmiş, onaylayan, çatışan, yükseltici, sinik, beklenmedik. Durmaksızın süren bir kahkaha. Sesler kayda alınıp, geri verildiği için kimin güldüğünü fark etmiyorsun bile. Yanımdakinden geldi sanıyorum, hatta benden çıkıveriyor aniden. Aslında yaşadığımız bir tür tanıklık. Ses dönüyor. Hissettiğim çekilişin ya da düşüşün nedeni, dönüp dolaşan sesin çoğalması, onu daha fazla hissediyor olmak.

Mekânlılaştırılmış kahkaha! Ağız boşluğu. Ağız boşluğunda oluşan kahkaha. Dansçılar kahkayı üretiyorlar, boşlukta dönen kahkakayı üretiyorlar... “Kahkaha Deliği”’ne bir huni gibi kendi bedenlerinden kahkahalarını boşaltıyorlar. Billurlaştırılmış bedenler... Kendilerini damıtıyorlar yavaş yavaş... Ama bir tanıklık var. Söz öbekleri ile bunu unutturmuyorlar. Dünyaya tutunmaya devam ediyorlar.

“this is war / illegal death”

“global human / your help / lost help”

“micro human / humanly lost”

“Onlarla birlikte hep gülse miydim?” diyorsun, farklı mı olurdu her şey? Bunu sorduğunda, acıtmaya başlıyor ve gülemiyorsun –artık-. Onları izlerken, bu duruma tanık oluyor olmanın farkındalığı seyirci olarak beni, oyuncu olarak onları etkilediğinden daha farklı bir şekilde etkiliyor olmalı. Bir duruma tanık oluyor olmanın, ama hiç bir şey yapamıyor olmanın, bu yapamayıştan kaynaklanan bakma, izleme, terk etme, geri gelme hallerinin hepsini aynı anda yaşamanın farklılığı üzerine siniyor. Çünkü, mekândan çıkabilirsin, mekândan bütünüyle ayrılabilirsin. Uzaklaşabilir, atabilir, unutabilirsin. Oysa herkes başka bir şey yapıyor.

“spectator killed / in the hole”

Döne döne devinen mekânda kelimelere tutunup bir anlam üretmeye çalışıyoruz. Anlamı yaşıyoruz. Duyarak, düşünerek, konuşarak. Gösterimin yapısı basit aslında. Boş bir alanın zemini bir metreye yirmi santim kadar genişlikteki saman rengi kartonlarla kaplanmış. Mekânın bir köşesinde tek kişilik bir koltuk, üzerinde ses düzeneği ve taşınır bilgisayar bulunan bir sehpa, yanına su şişeleri ve kağıt koli bantları yerleştirilmiş. Gösterimin sesçisi zaman zaman oraya gelecek, oturacak, dinleyecek, kaydedecek, dışarı açılan aralıktan kaybolacak, sonra yine gelecek ve yine dinleyecek, kaydedecek, seyredecekti. Dar aralığı saymazsak, dört duvarı çevrili geniş bir alan burası. Üç dansçı boşaltılmış mekânın içinde, hareket halinde, gülüyor ve yerden aldıkları kartonları bileklerine taktıkları kağıt bantlarla duvara yapıştırıyorlar. Kartonların üzerlerinde kelimeler var. İngilizce. Genelde iki kelime. Bu kartonları yerden aldıktan sonra, kelimenin anlamına bazen çok az, bazen hiç gönderme yapmayan bir poz eşliğinde duruyorlar. Gülmeleri devam ediyor. Duvarlar yavaş yavaş, yan yana gelen farklı kelime öbekleri ile dolmaya başlıyor. İlk tepkin gülmek sanırım yine de. Farkında olmaksızın gülüyorsun. Bir de kartonları okuyorsun. Süreç içerisinde astıkları “okuma fişleri” çoğalıyor.

“secret hole / for aliens”

Haz, şiddet, acı, şaşkınlık, acıma, acı çektirme, sıkıntı, umutsuzluk, tahammül, süreklilik, durağanlık, daralma, genişleme, uzama, küçülme, sıyrılma, ayıklanma arasında gidip geliyorsun. Dansçılar sana bir şey yapıyor, kendilerine yaptıkları şey boyunca. Kendilerini bir “şey” haline getirmeleri sayesinde, seni de bir “şeye” dönüştürüyorlar. Damıtma burada hissediliyor. Lime lime olmuşum gibi, ama neden bu denli tam geliyorum kendime?

Dansçılar süreç içinde kostümlerini değiştiriyorlar. Saman rengi kartonlara yakın şekilde kahve, pembe, ten rengi ile başlayan süreç, sarı ve eflatuna ardından mavi ve yeşile dönüyor. Değişen şey elbiselerin rengi belki ama “okuma fişlerini” astıkça mekânda görünmezleşmeye başlayan dansçılar, bu renklerle birlikte yüzeye çıkmış oluyorlar. Mekânın devingenliğini sağlayan öğelerden biri de bu yüzeye çıkış. Bir süre sonra çoğalan “okuma fişleri” yüzünden ayağa kalkmış mekânın içinde, lekelere dönüşen bedenleri izlemeye başlıyorum. Ki zaten kelimelerin de renkleri var.

Birşey olmasını bekliyorsun ama olamayacakmış hissi seni daha çok ele geçirmeye başladığında, dansçılar çoktan kendinden geçmiş kahkaların ortasında sürünmeye, koşmaya, tepinmeye ve hatta tam olarak işte çıldırdıkları an burası dediğimiz bir kopma noktasına gelmiş oluyorlar. Bu şekilde, ben, önceleri gülme eylemini yapmak zorundalarmış ve onlara yardım etmeliymişim diye düşündüğümü zaman içinde anlıyorum. Ancak, dördüncü saatin içindeyken, dalga geçmeye başladıklarını görüyoruz. Gösterimin sonuna doğru sanki hem bir oynama halinin içindeydiler, hem de içinde bulundukları duruma ancak bu şekilde dayanabiliyorlardı. Artık hissetmemeye başladığın noktada ise, her şeyin farkında olduklarını kavrıyordun. İşte bu an, gösterimin gösterimsel seçenekleri ile anlam katmanlarını ve senin bir seyirci olarak konumlandırışındaki lezzeti farketme anı. Sonrası sana kalıyor.

Saldırı, gülme duvarı, yitik kelimeler, gülme ve bulunma hali, olup biten her şeyin yok olup gitmesi... bir burgaç gibi... kahkaha ile besleniyor, kahkahadan fışkıran vahşilikle besleniyor ve saf bir erime ile tükeniyor aynı zamanda...

“whole body / still missing”

“whole body / brutally lost”

İnsanı bu denli acıtan insandan başkası olamaz.

10.11.2009

ÇAĞDAŞ GÖSTERİ SANATLARINDA BEDEN DRAMATURJİSİ"_SEMİNER

4. ULUSLARARASI DANSA DAVET FESTİVALİ, EGE ÜNİVERSİTESİ
17-20.11.2009_İZMİR

Gösteri sanatlarını bedensel bir pratik olarak ele alan, ve beden dramaturjisi tanımı üzerinden, bu alanı okumaya yönelen çalışma beden, özne, kimlik ve temsil kavramları arasındaki bağlantıları görmeye çalışarak insanın bireysel ve toplumsal farkındalığı ile ilgili bir düşünce üretmeyi amaçlamaktadır. Bu düşünce, farkındalık kavramı ile ilişkili bir biçimde, temelinde unutma ve hatırlama kavramları, başka bir deyişle kaydetme biçimleri ile ilişkilidir.

1.06.2009

B Ö L Ü M L E M E
(ya da başka türlü yazmak)
DOLAP İÇİN BİR İNCELEME_EVREN ERBATUR

Bu yazı Çağdaş Gösteri Sanatları Dergisi GİST'in 3. sayısında yayınlanmıştır. Gist 3, Ocak-Haziran 2009, s.22-25

10 yıl sonra bir gösterimi hala aynı ya da benzer bir “istekle” seyredilebilinir, izlenebilinir kılan özellikleri bulmak, bunlar üzerinde düşünmek bize dans üretimi ve tüketimi açısından saklamamız gereken ip uçları verebilir mi?

▬ █ İKİLİ 1
TEK 1 ▬
İKİLİ 2 ▬ ▬
█ TEK 2
İKİLİ 3 █ █

Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı’nın birlikte dans ettikleri Dolap adlı gösterimi ilk kez 1997’de, son kez 2006’da izledim. Belçika’nın Antwerp şehrinde 0090 Kunstenfestival’ine katılmış olan gösterimden sonra, seyircinin -2006 yılı seyircisinin- verdiği olumlu, “saygıdeğer” tepki sonucu, aklıma gelen soruydu bu.

▬ █ İKİLİ 1
Siyah dans zeminini, açık ahşap dokusunun parlaklığı ile keserek merkezleyen bir sunta zeminin üzerinde, basbayağı bir buzdolabı █ var. İki dansçı belli bir süre boyunca dolabı █ birbirlerine atıp tutacaklar. Oyun oynuyorlar sanki(!) Zeminin sunta oluşunu bu süre boyunca dolabın █ hareketine uygun bir tavır gibi algılamaya başlıyoruz. Sert ama fırlatmaya müsait, ya da üzerinden fırlatılmaya... Dansçılar, birinin yalnız kalacağı ana kadar, zemine yatar, bacakları/ayakları ile dolabı ▬ / atıp, tutar, düşürür, bekletirler. 360 derece- dönerek, yürüyerek, dolabı █ yerleştirerek, dans alanında yön değiştirirler. Dolabın ▬ altında kalırlar. Dolap █ onların altında kalır. Sıkışır, çömelir, uzar ve gerilirler. Oyun kurar, oyunu bozar, eylemi kat kat yenileyip, yapılmış eyleme yeni bir şey ekleyerek yinelerler... Atmayı, itmeyi, tutmayı, düşürmeyi, olanca hızıyla devirmeyi... dolabı... yinelerler. Dolap █ eylemdeki ilişkiyi bağlar, ilişki dolap █ üzerinden kurulur.

Eşofmana benzeyen pantolonları, yuvarlak bereleri, spor ayakkabıları... bütün renkler soluk gri, bej, yeşil, sarı... kirlenmiş de hiç yıkanmamış gibi. İki insan bedeni arasına konulmuş dolap █, kendi gövdesi üzerinde durmadan dans ediyor. Dolap █ çok iyi nötr durabiliyor. Dolap ▬ / bazen sallanıp, sallanıp durmayadabiliyor ya da yanlış yere kayıyor. Dansçılar rahat, işlerinin gereğini yerine getirerek, dolabı █ düzeltiyorlar. Burada risk de hissediliyor, görülüyor. Dolap ▬ / düşerken, tam en son an, yere değdi değecek noktasına gelinceye dek, dansçının beklediğini farkediyoruz. Orada bir boşluğu dolduruyor dansçı, dolap ▬ / ile karşılaştığı anın fiziksel gerçekliğini. Ve beklemeyi tercih ediyor. Mesafenin farklı boyutları, dolabın █ aslında dansçılardan sadece biraz uzun kaldığı, atıp tutmanın basitleştiren tekrarı tuhaf bir gerçeklik yaratıyor. Yani, ne oluyor şimdi? “Elden geçirilmiş bir buzdolabı” █, sıkıcı, tek düze, niye yapıldığı anlaşılmıyormuş gibi duran bir süreçte seyircisinin gözü önünde canlanıyor. Gösterim boyunca dolap █ aslında hep orada. Dansçıların bütün eylemleri dolabın █ dansını zorunlu kılıyor. Olan bu!

Dolap gösteriminin, süreç içinde kaybetmeden koruduğu hangi özellikleri yüzünden yeni ve canlı durabiliyor olduğunu araştırmak istedim. Gösterimin doğrudan ortaya çıkardığı basitlik, yalınlık kavramları ve en önemlisi seçilmiş olan –dolap- nesne(si) üzerinden dans estetiği ile basit bir ilişki kurmaya çalıştım.

TEK 1 ▬ ≠
Dolap █ dans alanının sağ geri köşesine, yatay olarak taşınır, getirilir. İki dansçı da dans alanının dışına çıkar. Mustafa Kaplan, elinde bir bıçakla gelir. Dolabın ▬ bantlarını keser ve kapağını çıkartır. Kapak elinde, dolabın █ kenarına oturur ve kapağı kafasının üzerine koyar, dengeler, ayağa kalkar. Yalnızdır. Filiz Sızanlı, dans alanından çıkmıştır tamamen, seyircinin görmediği bir noktadadır. Mustafa Kaplan, kapak kafasında olduğu halde, karşı tarafa doğru yürür. Alanda boylamasına bir yürüme turu alır. Dolabı ▬, kapağı bırakmadan biraz kaldırır ve paralel biçimde dolabın ▬ ≠ altına yerleştirerek bırakır. Şimdi kapak, dolabın ▬ ≠ altında sıkışmış oldu. Siyah dans zemini, suntanın açık kahve rengi, kirli beyaz dolap ▬ ≠, beklenmedik bir sessizliğin içinde, katmanlı bir yapı oluşturuyor. Mustafa Kaplan, dolabın █ karşı paraleline sıçrar. Suntayla belirlenmiş oyun alanının biraz da dışında kalan köşe bir noktada, yüzükoyun uzanmış bir geriye esneme, bedenin yerde bir sarkaç gibi vuruşu... Dım, pak, dım pak, dım pak, dım pak... sesi var yerin! O şimdi, dolabın █ ▬ kapakla kurduğu dengesine benzer bir denge yaratmıştır kendi bedeninde. Olabildiğince hızlı, kesik kesik ama yoğun. Dım pak, dım pak, dım pak... Oluşan katmanın yoğunlu da artar böylece. Dans alanının sağ arka köşesinde dolap ▬ ≠, sol ön köşesinde dansçı benzer bir bedenlilik içinde denge, uyum, simetri kavramlarına dair bir etki yaratıyorlar.
Ancak, yazdığım inceleme, beni yazma estetiğine dair bir denemeye götürdü. Risk almaya karar verdim.

İKİLİ 2 ▬ ▬
Mustafa Kaplan, dolabın ▬ ≠ kapağını hem sunta dans alanının, hem de siyah dans zemininin görünmeyen bir noktasına koyar. Dolabı █ [ açık kalmış kapısı, biraz önce Filiz Sızanlı’nın çıktığı yöne gelecek –sağ- biçimde ortaya getirir. Filiz Sızanlı ani bir hareketle koşar, dolabın █ [içine girerek Mustafa Kaplan’a iter. Burada tekrar eden bir itme-itme görülür. Filiz Sızanlı dolabın █ [ içine girer, dolabı █ [ Mustafa Kaplan’a iter, çıkar, girer, iter, çıkar. Dolap █ yavaş yavaş parçalanıyor. Biz bir şey anlamadan dolap █ / ▬ ≠ [ biçim değiştiriyor. Ama o bir dolap █ değiştiremezsin bunu? Dolabın █ hacmi ve genişliği, içi ve dışı, ağırlığı ve hafifliği... kütlesi kendinden... tam bir gövde gibi dolap █. Yatıyor, kalkıyor, içi boşalıp doluyor, dönüyor, taşınıyor. İkililer süresince itmek, tutmak, düşmek, düşürmek, taşımak, çekilmek, yerleştirmek, atıp – karşılamak, gerilmek, tutunmak, yatmak, destek olmak, oturmak, sıçramak, kandırmak için hareket ediliyor. Tekdüzeymiş gibi görünen eylem dizilerinin dinginliği, temizliği, tekrarların kırıldığı anlarda oluşan yeni resimlerin yarattığı duygu ve düşüncenin netliği aklımızı çeliyor. Dansçının kendini ve diğerini tehdit altına sokuyor oluşu, oyunla karışık bir çekişme hazzının apaçıklığı altında gerçekleşir. Çıplak sahne gerçekliğinin gücü, alışılagelmiş gösteri fikrini, bir “show” üretme-izleme ilişkisini bozar. Seçilen malzemelerin bir gösteri nesnesi olamayacak denli basit, “çirkin”, sıradan, soğuk, uzak, soluk renkli olması bütün bir gösteri mekanizmasına darbedir. Dolabın █ üstünde, yine en baştakine benzeyen bir risk alımı var. Yine dolapla █ / karşılaşmanın boşluğunu, sunta zemine patlatarak doldurmak. Mesafe yine çok boyutlu. Sahici.

TEK 2 ▬ [
Dolap ▬ [ yine aynı sağ geri köşede kapaksız durur. Açık olan kapağı yukarı bakmaktadır. Filiz Sızanlı sırtı seyirciye dönük, dolabın ▬ [ kenarına oturur, ve yavaşça içine kayar. TEK 1 ▬ ≠ dekine benzer bir sessizlik. O zaman anlıyoruz sessizliği. Hareket yok, dolabın █ hareketi yok, ses yok. Hareket aniden durunca, sürtünme, kayma, çarpma, patlama sesi de duruyor. Alışkın kulaklar susuyor. Sessizlik, dinginlik aynı zamanda. Filiz Sızanlı dolabın ▬ [ içinde. Kendini yukarı kaldırıyor zaman zaman, bedeninin farklı parçalarını görüyoruz. Zaman yavaş, hareket yavaş. Dolabın ▬ [ içine gömüldüğü bedeni görülmüyor. Sadece diz kapakları örneğin, sadece üst gövdesinin en üstü, yatay olarak bedeninin yarısı ya da dörtte biri. Dolabın ▬ [ eşiği ile bedeninin görünen parçaları birleşiyor. Benzerlik değil ama, parçalanma ve bütünlenme. TEK 1 ▬ ≠ ile TEK 2 ▬ [ çok farklı. Birinde dolabın █ dışıyla, bedenliliğin benzerlik üzerine kurulduğu, ani, tansiyonu yüksek, mesafesi uzun bir ilişki görüyoruz. Oysa diğeri, çok yakın. Hareket ettiği belli bile olmayan, içle ilgili bir ilişki - ya da hareket yaklaşımı- sunuyor.

İKİLİ 3 █ █
Filiz Sızanlı, dolaptan ▬ [ çıkar ve onu ortaya taşır. Mustafa Kaplan, dans alanı dışından getirdiği koli bantını dolabın █ kenarına yapıştırır. Dolabın █ kapağını da getirir. Menteşelerine yerleştirip, bantlar. Bu sırada, Filiz Sızanlı da bir başka koli bantı ile gelir. İkisi aynı anda dolabı █ bantlamaya başlarlar. Mustafa Kaplan sunta alanın dışına çıktığında, Filiz Sızanlı bantı dolabın █ üzerine yapıştırmadan açar açar, uzatır ve koşmaya başlar. Geniş bir daireden küçülerek dolaba █ doğru bantlama. Bantın sesi, ayak tabanının sesi. Bantları aynı anda, dolabın █ üst kenarına yapıştırırlar. Yapışan bantlar, dolabın █ üzerinde iki yuvarlak oluşturuyor şimdi. Koli bantlarının saydam açık bej rengi, dans alanındaki bütün renklerin içinde var.

Dansçılar, ani bir hareketle dolabın █ sağına ve soluna baş aşağı eklemlenirler. Sessizlik. Yine bir parçalanma, bütünlenme. Dolabın █ kapağı? Dolabın █ tavanına tırmanıp oturuyorlar. Yavaşça, Mustafa Kaplan’ın üzerinde yatay durumda uzanmaya başlayan Filiz Sızanlı’nın sadece bacakları ile başı, dolabın █ arkasından görülüyor. Filiz Sızanlı bu halde, dolabın █ sağ tarafına gelir, aynı anda üstüne tırmanmaya ve aynı anda da aşağı itmeye başlarlar. Dolap ▬ / düşer, ikisi de dolabın ▬ üzerinde bir an kaldıktan sonra, sırtları seyirciye dönük şekilde kenarına otururlar. Sessizlik. Gösterim bittiğinde, ışıklar yavaşça kararırken, hem Mustafa Kaplan’ın dolabın ▬ ≠ kapağını kafasının üzerinde taşıdığı, hem de Filiz Sızanlı’nın dolabın ▬ [ içindeki yarı görünmez şekilde oluşturduğu durum akla gelmektedir. Dolap █ gösterimi, gündelik hayatın içinden gelen bir buzdolabını █, dansın odak noktasına taşıması ile birlikte, dansın konusuna ve yapılışına dair sorular oluşturduğu gibi, seyreden de uyandırdığı somut çağrışımlarla izlenebilirliğini sürdürmeyi başarmaktadır. Dansçılarını, kullandığı kostümler, hareket etme becerileri ile benzer; cinsiyetsiz/kimliksiz kılmış görünür. Ancak, onlara, aralarına getirdiği dolabın █ bedenliliği ile kendine özgü bir beden atfeder. Bu kendine özgü beden, dolabın █ ▬ / ≠ [ █ dansını seyreden herkesin bedenidir. Kendini, diğerini ve arada kalanı sorgulamayı tercih eden herkesin bedenidir.

İpucunun burada olduğunu farkediyorum.

9.03.2009

OPERASYON ALGORİTMA _ATÖLYE

11. ODTÜ ÇAĞDAŞ DANS FESTİVALİ
10-14.03.2009_ANKARA

OPERASYON ALGORİTMA:
ALGORİTMA’DA DRAMATURGİ VE DANS YAPIMINDA SEÇİMLER

YÜRÜTÜCÜ: EVREN ERBATUR

İÇERİK:

Çağdaş Dans Topluluğu’nun önerdiği “Yeniyi Aramak” algoritması üzerine planlanmıştır.

Operasyon ile dramaturgi, dans yapımı ile algoritma arasında bir ilişki kurulabilir mi? Atölye, “yeniyi aramak” kavramının yol açtığı fikirler ve beden dramaturgisinden hareketle, bu sorunun nedeni ve nasılını araştırmaya yöneliktir.

DÖRT + DÖRT = SEKİZ
Atölye Sonu Gösterimi

Dans: Cihan Gülersönmez, Hazal Kızıltoprak, Yiğit Özyer, Dila Yumurtacı
Dramaturji: Evren Erbatur

“Operasyon Algoritma”ya, ODTÜ Çağdaş Dans Topluluğu’nun Atölye Algoritma önerisi ve bu öneri içindeki "Yeniyi Aramak" kavramının yol açtığı fikirler ile başladım. Atölyeyi, beden dramaturgisinden hareketle, “operasyon ile dramaturgi, dans yapımı ile algoritma arasında bir ilişki kurulabilir mi?”, sorusunun nedenini ve nasılını araştırmaya yönelik olarak planlandım.

Dört günlük bu atölyede her gün belirli tartışma konuları ve bu tartışmaların destek verdiği fiziksel çalışmalar yapıldı. Dramaturji, beden dramaturjisi, dramaturg ve koreograf/yönetmen ilişkisi, işbirliği, yönetmek/rehber olmak, dansçının seçimleri ve eğilimleri gibi başlıklar yer aldı.

Atölyenin çıkış noktası şu cümlede gizli diyebilirim. “Bir algoritma varsa, bir problem var demektir.” Sen bu problemi çözmek için bir şey yaparsın. Denersin. Yanılırsın. Çözüme giden bir yol vardır. Senin çözüm önerilerin vardır. Önerilerinle kurduğun yoldur denemeler ve yanılmalar. Çözümün kendisi yoldur. Yolun kendisi eş anlı biçimde hem problemi hem de çözümleri taşır. Katmanlıdır yol. Yürüdükçe farklılaşır. Sen yolu gitmek istersin. Ama nereye, nasıl ve neden gidiyorsundur?

Katılımcılar, atölye süresince, “yol gitmek” fikrini “yeniyi ararken” nasıl bedenselleştirebiliriz? ve “bir düşünceyi bedenle ifade etmekten çok, bedenli bir yazı boyunca yol nasıl gidilir?” sorularını, dramaturg-koreograf/dansçı ilişkisi ile araştırmaya yönlendirildiler. Hepsine bu yönlendirmenin bir parçası oldukları ve kendilerinden gelenleri katarak zenginleştirdikleri için teşekkür ederim.
Dramaturginin bir diyalog ve işbirliği zemini hazırladığına inanarak çalışmayı seçiyorum. Dramaturgi, bana kalırsa, bir eylemli düşünce olarak, bizleri hareket etmeye davet eden, kendimizi ve karşımızdakini anlama çabamızın sürecidir.

“DÖRT + DÖRT = SEKİZ, basit bir algoritmadır.” EVREN ERBATUR

“Dört kişi olarak yaptığımız bu işte, herkes kendi deneyimlerinden yararlanarak dört farklı yol çizdi ve bu yollar birbirleriyle kesiştiklerinde, birbirimize verdiğimiz tepkiler işe farklı bir his kattı. Bir işbirliği içerisinde, dört gün içinde çıkardığımız iş, hepimize çok şey kattı.” YİĞİT ÖZYER

“Yoldaki dört kişinin rastlantısal karşılaşmasındaki olasılıklar arasındaki rutine sıkışmış bir bedenin, kararsızlık ve yoldan sapma hali üzerine bir algoritma.”
DİLA YUMURTACI

“Problem; yolda… / Evet? Hayır? / Algoritma… / Evet? Hayır?” HAZAL KIZILTOPRAK

“Olası yollara bakmak /Durmakla başlamak.” CİHAN GÜLERSÖNMEZ

27.01.2009

Akademik Yaralanmalar / Academic Injuries






Tasarlayan-Oynayan: Evren Erbatur
Sanat Yönetmeni: Aslı Akyıldız
Fotoğraf: Akın Gövtepe, Murat F. Gezer
Grafik Tasarım: Cem Kara
Metin Parçaları: Evren Erbatur, Emre Erbatur

“Bedenin İncinebilirliği” konulu bir performans. Bedenin incinebilir oluşu, fiziksel, ruhsal, zihinsel, biyolojik pek çok anlamda kullanılabilir.

Hangi etkilerle şekilleniriz? Etkilere nasıl yanıt veririz? Yanıt verme biçimlerimiz nasıl oluşur? Nasıl ifade ederiz? Oyuncunun fizikselliğini ne oluşturur? Oyuncu bir karaktere nasıl dönüşür? Beden dramaturjisi üzerinden gerçekleştirdiğim çalışmalarda sorduğum sorulardan yola çıkarak hazırlanmış bir sunum, akademisyenliğin “bedenin incinebilirliği” konusunda kendi bedenime bıraktığı izleri takip ettiğim bir performans… Birlikte, eş anlı biçimde… “Akademik Yaralanmalar”ı meydana getiriyor.

Concept-Performance: Evren Erbatur
Art Director: Aslı Akyıldız
Photography: Murat Y. Gezer, Akın Gövtepe
Graphics Design: Cem Kara
Fragments: Evren Erbatur, Emre Erbatur


A performance about “Fragility of The Body”.
‘Fragility of the body’ can be used for reflecting different meanings such as physical, intellectual, emotional, and biological.

Which influences are we formed by? How do we react to these influences? How does our shape of reacting can be occurred? How do we express? What constitutes the physicalism of the performer? How does a performer turn into a character? A performance which was prepared by the questions I asked in my theoretical and practical studies on ‘The Dramaturgy of the Body’…. This is also a performance in which I pursued the effects of being an academician on my body by considering the issue of ‘Fragility of the Body’... together… in a synonymous shape…it brings about ‘Academic Injuries’.