25.12.2016

SPOLİN ATÖLYESİ ÜZERİNE İZLENİM: YARATICI SORUMLULUK, ÖZGÜRLEŞME VE SPOLİN TEKNİĞİ

(http://www.tiyatrodergisi.com.tr adresinde yayınlanmıştır.)

Bu yazı, 02 Haziran - 13 Haziran 2016 tarihleri arasında toplam 30 saat içinde katıldığım Spolin Atölyesi sürecimin iz düşümüdür. https://spolinist.com/ adresinden SPOLIN-IST kurucusu Ege Maltepe ve oluşumun çalışmalarından haberdar olunabilir. 

Özetle söylemem gerekirse, V. Spolin tekniği benim açımdan oyuncunun dönüşüm hikayesinde bir yer ediniyor. Oyuncunun hazırlık, prova ve gösteri aşamalarının hepsinde, farklı ihtiyaçlara göre şekillendirilerek her şey olabilme potansiyelini ortaya çıkarıyor ve ona destek oluyor. Atölyedeki konuşmalarda dönüp dolaşıp gelinen önemli noktalardan biri, yaratıcılığın paralize olmasına neden olan onaylanma kaygısının kişisel özgürlüklere ket vurması oldu. Bununla birlikte ortaya çıkıyor ki, Spolin tekniği, oynayanı aktif olarak şimdiki zamana getirip, orada tutarak -hafıza ve imgelem yoluyla geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kursa da- alışkanlıkları kırmaya, koşullardan ve onaylardan sıyrılmaya sevk ediyor. Bütün algın ile orada olmayı sana izinli hale getiriyor. Önce kendiğilinden ve farketmeden, sonra bilerek ve güdülenerek oyun, araştırma, keşif ve merak sürecine giriyorsun. 
Burada o -sanat çalışmaları olsun kişisel gelişim çalışmaları olsun - hep aradığımız zihin, beden ve duygu bütünlüğüne giden bir yol görüyorum. "Yazar üç boyutlu bir dünya yaratıyor." demişti bir çalışmada Ege Maltepe, ve bu dünya kafanın içinde değil. Oyuncu olarak, bu dünyayı dışarda canlandırman gerekli, seyircide de canlanması için. Ve bu dünya duyusal bir dünya. Karakter söylediklerinden ibaret değil. Seyredene anlatmak için değil, kendin deneyimlemek üzere oynuyorsun. V. Spolin bunu “show us, don't tell” olarak ifade etmiş... Seyirciye oynamadığında oynadığın şeyin, ona açılıyor olması çok hoş bir karşıtlık değil mi? Tekniğin, sorduğu temel sorulardan biri; oyuncuların konsantrasyonu tam mıydı değil miydi? Oyuncu olarak odakta kaldın mı? Kalmadın mı? Sorusu idi. Bu fark izlemeyi etkiliyor. Doğru ya da yanlış üzerinden değil, oyuncunun adaptasyonuna katkı sağlamak, oyuna angaje olmasına destek olmak üzere yaklaşımını kuruyor. Bu ise, oyuncuya, yönetmene, tasarımcılara ve seyircilere yaratıcı bir dünyanın çok boyutlu kapısını açıyor. 

Atölye boyunca duyu farkındalığı, mekan, nesne, oryantasyon, imgelem, boşlukla oynamak, boşlukta eylem ve nesneler, ikili, tekli ve grup alıştırmaları, odak/konsantrasyon başlıklarında toplayabileceğim, birbiri ile eklenen alıştırma ve oyunlar yer aldı. Bu yazıda alıştırma ve oyunların ne olduklarını ve işleyişlerinden çok, atölye sürecindeki önemli kavramları, bu kavramların eski ve yeni deneyimlerim ölçüsünde nesnel ve öznel, teorik ve pratik açılımlarını aktarmaya çalıştım. 
Spolin atölyelerinde ilk alıştırma her zaman teşhir adını taşıyan, eyleyenin izleyene doğrudan baktığı bir alıştırma ile başlıyormuş. Biz de böyle başladık. Bakıyor ve bakılıyor olunan kısa bir süreç bu. Bu ilk alıştırmadaki sürecin yöntemin bütününde gerek izleyici-oyuncu, gerek oyuncu-oyuncu, gerek oyuncu-nesne ilişkilerinin hepsinde yer aldığını çalışma boyunca kavrıyoruz. Bunun içerdiği şeyi, farkındalık, konsantrasyon, konumlandırma, neredeyim? kimim? ne yapıyorum? sorularına fiziksel olarak verilen yanıtlar bilgisi olarak özetleyebilirim. Yine pek çok alıştırmada olduğu gibi, ayrıca "kabul" kavramı aklıma geliyor. Görme ve görülme eylemlerini analiz eden bu ilk çalışma ve sonrasında yapılan farkındalık ve nesne çalışmaları, özne-nesne ikiliğini yeniden konumlandıran, bilinç, algı ve deneyim üzerine çalışmalar yapmış olan filozof Maurice Merleau-Ponty ismini hatırlatıyor. 
Temel alıştırma dizilerinden birini duyu farkındalığı üzerine yapılan alıştırmalar oluşturuyor. Atölyenin yoğun programında, farkındalık çalışmalarının farklı atölyelerde konu, seviye ve deneyim gözetmeksizin başta tutulan çalışmalar olduğunu farkettim. İlgimi çeken bu durumun açıklaması net ve basit aslında. Farkındalık çalışmaları seni kendine getiriyor. O ana taşıyor. Kafanın içinde değilsin. Koşulsuzca bakıyorsun kendine ve çevrene, kişilere ve şeylere. Ege Maltepe’nin hatırlattığı gibi “etiketlemeden”. Böylece değişime de açık hale geliyorsun. Oyuncunun kabusu olan seyirci korkusu ve zihinde oynama telaşı kayboluyor. Koşullara bağlı olarak değil, sadece oynamak için oynandığından, beğeni kaygısı da kendiliğinden yok oluyor. Evet, belki hemen değil, ama zamanla... Gerçi alıştırmalar seni bu duruma hemen adapte edebilecek nitelikteler ve sanırım etkileri bu yüzden kısa süre içinde hissedilebiliyor. Katılımcılardan biri, atölyeyi şifa olarak tanımlıyordu, bu yüzdendir belki.

Bu alıştırmalar sürerken, duyu, duygu ve koşulsuzluk arasında bir ilişki olduğunu farkettim. Duyuları sadece kendi olarak almanın farklılığı üzerine sorular oluştu. Duyguları koymaksızın ya da duyudan duyguyu arındırarak duyunun farkına varmak. Bu neye yol açabilirdi? Ayrıca, alıştırmaların hemen hepsinin altında bulunan "dinleme" eyleminin yeri dikkat çekiciydi. Sadece kulak ile yapılan bir eylemden söz etmiyorum. Partnerleri ve şeyleri duyumsamak üzere yapılan ve tüm duyuların açık bırakıldığı bir dinleme, aktif olarak sadece seni değil, sahneyi, tüm yapılanı şimdiki zamana taşıyan unsurlardan biri haline geliyor. Böylece senin teslim bırakışınla, daha kapsamlı bir alan açılıyor. Oynayanlar ve izleyenler için. 

Hem bireysel hem grupça uygulanan göz önünde canlandırma diye adlandırılabilecek imaj/imgelem alıştırmaları da önemli yer tutuyor. Buradan bana geçenlere baktığımda, "kişi bir bütün" diye geçiyor aklımdan. O yaşa kadar getirdiği her şey ile sahnede yer alıyor. Canlı. Tek başına ya da grup içinde bir yer, bir alan kaplıyor. Bir yaşam deneyimi var. Aklıyla, zihniyetiyle, duyularının getirdikleriyle, belki duyu yitimi var onda kim bilir, neler yaşadı, gördü, dinledi, izledi, tanık oldu şimdiye kadar. Bununla birlikte, o, bir kişi olarak başlı başına bir deneyimi ve bir potansiyeli gösteriyor. Bir oyuncunun, sadece buradaki çalışmalarda değil, kendi sürecindeki önemli düşüncelerden biri bu kanımca. Genel anlamda da Spolin, hali hazırdaki havuzu kullanmayı, tek bir şeye kitlenmeyi, duygu ve/veya hatıradan yola çıkmayı tercih etmiyor. Bence bu şekilde seçenekler sonsuz, neredeyse sonsuz! Çünkü çalışırken sende olan bilgiler tomurcuklanıyor. Hatırlama bu alıştırmalar için farklı bir şekilde kullanılmış oluyor. Deneyim birebir yaşadığın olmak zorunda değil. Ama kelimenin tam anlamı ile tüm duyularına zamanında hitap etmiş olan şeylerin, sende biriken yerden çıkmasına izin vermeye dair bir yöntemin içindesin. "Bir takım şeyler kendiliğinden doğacaktır", diye not almışım!

Özellikle “göz önünde canlandırma" alıştırmalarında, seçilen şey (nesne, yemek, madde, konu) grubun ortak kararı olsa da bireysel olarak herkes farklı şekilde uyguladığı için, bambaşka veriler ortaya çıkıyor. Bu hem seyreden (oyuncu partneri, yönetmen, seyirci) açısından, hem de oyun kurma sürecine geçildiğinde malzemelerin seçilmesi sırasında çok yararlı, zengin bir çeşitlilik sunacak. Bir de, örneğin bir madde seçildi, “kar” diyelim. Oynamak üzere onu seçtiğinde, karın sana gelişi sadece kar değil, kar ile kalmıyor. Bir zaman ve mekan algısı, bir tür bütünlüklü duyumsama ile birlikte geliyor. Hatta belki farklı zaman/mekanların bilgileri üst üste birkaç tane, tıpkı bir deneyim kolajı gibi, o anın şimdisinde buluşuyor. Bunlara izin verdikçe canlanan, gerçekleşen bir atmosferin parçası oluyorsun. Canlı bir oyuncu olmanın yanında, oyunu var eden bir canlı oluveriyorsun. Bu durum bana oynarken, çok kıymetli, değerli ve zengin geldi. Sana işlemiş bir şeyleri ortaya döküyorsun, bir reaksiyon süreci başlıyor, ve bunu görüp, koklayıp, o anda bir stüdyoda gösteriyorsun. Ben bunları yazarken bile, ortasında durduğum o beyazlığın aydınlığını, serinliğini, o serin havanın burnuma ve yanaklarıma deyişini, ağaçları, sakinliği ve sessizliği hatırlıyorum. Burada ilginç bir şekilde, oynananın psikolojisine yönelmiyoruz. Sözü edilen ve uygulanan çalışma, genel anlamda da fiziksel bir sanat formu, duygusal ya da entelektüel değil. O aşamanın tercih edildiği bir süreç nasıl oluşturuluyor? merak ediyorum doğrusu. 

Doğaçlama söz konusu olduğunda “hayal gücüne evet de” mottosuna bağlı kalarak, soyut ve somut anlamda sınırların yok olduğu bir durumla karşılaşılıyor. Burada dikkatimi çeken iki farklı noktadan söz etmek isterim. Doğaçlamalarda ortaya çıkan figürler, örneğin toplumsal cinsiyet açısından bakıldığında oyuncunun o sahneye taşıdığı kendi algısından izler taşıyor. Bu izleri apaçık şekilde gördüğünüzde, bunları tartışmaya açmak için de yeni bir alana sahip olduğunuzu farkediyorsunuz. Eylemlerin yapılış tarzı algılayış ile ilgili ve eylemler bir takım davranışlar haline geldiğinde Kim? Hangi davranış? Nerede? gibi soruları yanıtlamak daha derin bir anlayışı beraberinde getiriyor. Figürlerin/kişilerin getirdiği kalıpları tartışmak da elinizde, bu kalıpları kırmak ve yeniden yaratmak da… Örneğin, bir doğaçlama sırasında, en uzun kişinin çocuk, kadının baba, erkeğin anneyi canlandırmasını sağladık. İlginç bir çalışmaydı. İkinci nokta ise, bir doğaçlamaya getirilen malzeme ve yukarıda belirtmiş olduğum bilgi ve deneyim birikiminin ortaya çıkması ile ilgili. Çıkış noktasını mekândan alan doğaçlamalarda karşıma çıkan bir konu oldu bu. Mekân bir mağara, tavan arası, mutfak, cami, kiler, cafe, berber ya da orman olabilir. Bir kültüre ait özellikleri kendi yaşam deneyiminde olmasa bile bilmek ya da bildiğin hali ile kullanmak, oluşturduğun yere ve kişiye ait bir bilgi yaratılmasına neden oluyor. Mekânın karakteristiği oraya özgü bir nesneler bütünü, ilişkiler bütünü ve karakterler meydana getiriyor. Bunların hepsinin arasındaki ilişkiler ise, sahneyi ya da oyunu… 
Boşluğu şekillendirmek çalışmada önemle ve özenle üzerinde durulan bir başlık. V. Spolin boşluğun bilinçaltının izdüşümü olduğunu söylüyor. Boşluğu çok kullanıyor. Aklıma bu alıştırmalar sırasında, François Cheng'in "Boşluk ve Doluluk" adlı kitabı geldi. Uzakdoğu felsefesine yakın buldum buradaki fikri. Boşluk görünür kılıyor. Sadece boşluk alıştırmasında değil, örneğin tüm doğaçlamalarda boşluktan her şeyin gelebileceği bilgisi var. Kendinle sınırlı değilsin, o andaki aksesuar ya da giysilerle ya da mekânla sınırlı değilsin. Burada yine her şey olabileceği ve olunabileceği bilgisine rastlamış oluyoruz. Boşluğun seni desteklemesine izin verdiğinde, böylece seni taşıyan bir şeye dönüşüyor, sen de dönüşüyor ve dönüştürüyorsun. Ayrıca, boşluk nesnelerinin varlığı, aksiyonun varlığını kendiliğinden ortaya çıkartıyor. Bilinmeyeni araştırma... ve bu araştırmanın içinde ne kadar rahatız? Boşluk ile oynamak bir özgürlük, özgüven ve hayal gücü alanı açıyor. Kendinin ötesindeki sana ulaşmak. Müthiş eğlenceli. Evet, başlangıçta korkutucu çünkü hata yapma riskinin yarattığı baskıyı alt etmek kolay değil ve evet kafa karıştırıcı ama zamanla boş verdikçe, hayal ettikçe ve gerçekte o anda tüm yaptıklarının varlığına kendini açtıkça, sınırsızlıkla oynamanın keyfi ortaya çıkıyor. Dahası bunu paylaştığın bir grup insan var. Yalnız da değilsin. Grup, tutunabildiğin bir dala dönüşüyor ve birlikte yaratmanın hazzı eğlenmeye... 
Boşlukla oynama sürecinde tekrarlanan takip edeni takip et yönergesi bu açıdan güçlü bir yer ediniyor. Çalışma esnasında çözüm bulmaya, uygulamaya devam etmeye, katmaya ve katılmaya seni meylederken, egoyu alt eden bir algı değişikliğine sokuyor. Yazının başında seyirci ve oyun arasında gerçekleşen hoş karşıtlık örneğinde belirttiğim gibi, oyuncu bunu farkettiğinde kendini grup içinde "yok ettiğini" sanırken, parlamaya başlıyor. Benim yaptığımın önemi yok da, orada ne oluyor ve ben bunun bir parçası nasıl oluyorum? Buradaki durum, bana oyun okuma derslerinde sorduğum "Bu oyunun oyuncusu olarak, sence, nasıl bir dünyanın parçasısın?" sorusunu hatırlattı. Benim için takip edeni takip et yönergesini gerçekten yaptığım zamanlar, bunun ne anlama geliyor olduğunu deneyimlediğim zamanlar çok eğlenceliydi. Kendimi kendime, o anda olmakta olana teslim ettiğim zamanları farketmek tam bir keşifti. 
Bu şekilde bakıldığında, doğaçlama çalışmasının özü güldürmelik canlandırmalardan, yoğun taklit ve tiplemelerin yer aldığı gösterilerden öteye taşınmış oluyor. Doğaçlama, eğlence değil, bir sanat biçimi olarak kendini duyuruyor. "Bir zihin ya da zihniyet durumu." Beraberce tüm grup bir arayışın içindeler ki tiyatro kolektif bir şey... "Çoklu özgürleşme" diye adlandırdığım bu durum eğlencenin olmadığı anlamına gelmiyor, aslında gülmek bu çalışmalara çok yakışıyor. Zaten, oyun oynamak ve oyunsuluk temel öğelerden biri. Bununla ilgili olarak, birbirileriyle eş düzeyde ilgili iki kavramı potansiyel ve inisiyatif olarak görüyorum, atölyede. Görünür olmak, sahnede kolektif bir eylem. Yönetmen ise bir trafik polisi değil. Oyuncuların inisiyatifine alan açan Spolin tekniği gönüllü ve yaratıcı sorumluluktan besleniyor. Oyuncunun, birey ve/veya grup olarak bir şeyin parçası olması, parçası olduğu şeyin taşınmasındaki kaliteyi etkiliyor. 
Spolin çalışmalarında oyunun yeri denilince, güven, kendiliğindenlik, saçmalamak, konsantrasyona destek, birlikte iş yapmak, rahatlama gibi kavramlar aklıma geliyor. Ayrıca, bir matematik söz konusu burada, çünkü kurallar ve aynı anda uyulması gereken yönergeler var. Yönergeler basit olsa da grup çalışması içinde düzene sokulmuş bir karmaşa yaratılıyor. Ayrıca, "lider bir oyun arkadaşı". Bu his, herkesi oyun arkadaşı haline getirirken, yukarıda sıraladığım özellikleri barındıran bir ortam sağlamış oluyor. 
Şaşırmaya izin vermek atölyenin her an her yerine sinen öğelerden biri. Bu bana yine "kabul" kavramını çağrıştırıyor. Esnek ve değişime izin veren bir süreçte hata, yanlış, beğenmeme gibi alışıldık ve hem zihni, hem bedeni katılaştıran kavram/durumlar yerlerini denemeye, yapmaya, araştırmaya, içermeye, kapsamaya bırakıyor. Örneğin bir doğaçlama alıştırmasında, oynayan bir arkadaşa gülme geldi, doğaçlama ile ilgisi yoktu ve ilk etapta konsantrasyonu bozulmuştu. Ancak devam etmesi de gerekliydi. Bu gülmeyi de oyununa getirdiğinde, onu engellemediğinde ya da onu görmezden gelmediğinde, oynadığı durum ve ilişki başka bir hal aldı. Konsantrasyon geri gelmekle kalmadı, yeni tepkiler ortaya çıktı. 

No motion kavramı ve alıştırması atölye boyunca beni derinden etkileyen bir alıştırma oldu. Bu alıştırmanın özünde, Türkçeye hareketsiz olarak çevrilebilecek kavramın, yapılan eyleme eklenmesi söz konusu. Sezgi, atmosfer, ruh hali gibi kelimelerle yan yana düşündüğüm bu alıştırmanın, eylemi bir bütün olarak daha canlı bir hale getirdiğini, eylemi/davranışı bir oluş içine soktuğunu, bedeni ve zihni belli bir gerçekliğe ait bir tepki vermeye açık hale getirdiğini söyleyebilirim. Böylece hem oynayanı, hem oynananı tipikleştirmeden uzaklaştırmış oluyor. Kanıksanmış hareketi özelleştirip, senin kılıyor. Söz gelimi, 81 yaşındaki birini oynamıyorsun da 81 oluyorsun! Bu özellikleri ile Türkçeye cisimleştirme, şekillendirme olarak çevrilen embodiment kavramı ile bağ kuruyorum. Kişisel olarak beden dramaturjisi çalışmaları açısından da daha ilginç bir yere oturuyor.

Yazı boyunca sözünü ettiğim kavramlar ve uygulamalar birlikte işledikleri bir sistemin unsurları olarak görülmelidir. Birini diğerinden ayrı tutmak ya da birine diğerinden daha çok önem atfetmek gereksizdir. Elbette, farklı ihtiyaçlara göre farklı alıştırmalar ele alınıp uygulanabilir. Yaratıcı drama, farkındalık çalışmaları, iletişim eğitimleri, temel oyunculuk alıştırmaları açısından aşina olduğumuz bir referansı zaten oluşturmuştur. Bununla birlikte, atölyede benim gördüğüm, tekniğin gelişimi açısından hepsinin ayrı bir yeri olduğudur. 

Burada önerilen çalışmalar dahil olunup, kullanılabilecek, zenginleştirilebilecek bir yöntem sunmaktadır. Bir yandan var olan bilgi/deneyimlerle ilişki kurulabilirken, diğer yandan oyunculuk temelli sahne çalışmalarındaki zemini sağlamlaştırmaya izin verir niteliktedir. Ayrıca, gerek oyunculuk, gerekse iletişim odaklı çalışmalara yeni başlayanlara bütünlüklü bir giriş önerir. Umuyorum ilerleyen süreçte farklı aşamalarını tanıyıp, özellikle bir gösteri yaratmadaki yerini deneyimleme fırsatı bulabilirim.

10.12.2016

Seyreden ve eyleyen arasındaki bağ dokuya temas eden bir gösteri olarak "YU"

(Bu yazı Aralık 2016'da www.dansyazim.com'da yayınlanmıştır.)

Gizem Aksu seyirci algısını sorgulamayı seven bir icracı/koreograf. Seyreden ile eyleyen arasındaki bağın, dokunun, temasın ve ilişkinin farkındalığını vurgulamaya verdiği özen, YU adlı gösterisinde de görülüyor. Ayrıca yerleştirme, görsel efektler, film ve ses tasarımı gibi çeşitli disiplinleri projelerinde barındırırken, bu disiplinlerin ağırlıklı olduğu gösterilerde de icracı olarak yer alıyor. Aksu'nun "iç organların hayata durmaksızın önerdiği organik bilgelik" üstüne bir gösteri hazırlaması da şaşırtıcı gelmiyor. Gösterilerinde bedenin farklı katmanlarını ve hallerini araştırma eğilimi yeni değil. Bu üç unsuru YU adlı son gösterisinde harmanlandığı farkediliyor.



Moda Sahnesinin stüdyo kısmında gerçekleşen YU'nun kapladığı oyun alanı küçük olsa da etkisi büyük... Gösteri yarattığı şiirsel manipülasyon atmosferi ile küçük çaplı bir meydan okuma... Bu meydan okuyuş davet, talep, iddia ve sorgulama anlamlarını içeriyor ve adeta bedendeki tetik noktalardan birine uygulanan baskı gibi tüm bedene yayılan bir dürtü oluşturuyor.

Çağdaş dans, hareket ya da beden araştırmalarını içeren gösterilere aşina olmayan seyirciler için zorlayıcılığı yok sayılamayacak, YU, tanıdık seyirciler için yeni soruları gündeme getirme potansiyeline sahip. İki grupta da anlam üretimindeki beklentilerin kırılması, seyirci üzerindeki koşullandırılmışlık, bir gösterinin kanıksanmış koşullanmışlıkları yıkarak kendi seyredilme koşullarını yaratması gibi düşünceler ilgi çekici sorular oluşturuyor. Aksu'nun seyirciyi bir şeye (etki, durum, atmosfer) maruz bırakışındaki farkındalık da düşünülmeye değer bir nokta.

Oyun yerinde, birbirine bağlı levhalardan oluşmuş küçük şeffaf bir duvar asılı. 50 dakikalık gösteride bu şeffaf duvar ile icracının bedeni arasındaki değişen mesafeler, farklı bölümleri oluşturarak gelişimi sağlıyor. Bu levhalardan büyüyüp küçülen görüntüler kah net kah flu, kah helezonik kah parçalı biçimde seyirciye yansıyor. Işığın ve karanlığın az, orta, yüksek seviyelerdeki şiddet değişimlerinden bezenerek oluşturulan efekt, gösterişe gerek duymaksızın, günümüzde çok revaçta olan üç boyutlu bir etki yaratıyor.


Gösterinin kendi seyredilme koşullarını önererek ortaya koyduğu davet iki öğede toplanabilir. Birincisi, yukarıda söz edilen çok boyutlu etkideki karşıtlık. Anlatım ağırlıklı olarak içe dönük iken, oluşmuş olan etkinin dışa doğru genişleyip zenginleşerek ortaya çıkması. İcracı kendi alanında bedenini duyumsarken, ona bir şey oluyor, seyreden olarak bunu tam manasıyla anlamak, farketmek kolay değil. Anlatımın içe dönük olarak yorumlanması da bundan. Yine de bu duyumsama sürecinde, tam anlamıyla gösterinin enerjisinin ya da aurasının varlığı seziliyor.

İkinci nokta ise, bedenin konumlandırılışı. Bedenin örtük ve/veya loş konumlandırılışı gösterilmek istendiği kadarıyla sunulmuş olduğuna dikkat çekiyor. Burada bir tür gizlilik ile "organ"ların yer aldığı "içerisi" fikri yan yana düşüyor. Bu yanyanalık seyretme deneyimi açısından da ilginç bir ikilem yaratıyor. "Tam görülemeyen bir şey neden izlenir ki?" sorusu, "Bir şeyin görülmemesi, var oluşunu nasıl etkiler?" sorusu ile çarpışıyor. Bu şekilde bakıldığında, bir seyreden deneyimi olarak, YU'da bana ne olduğunu ya da YU'nun bana ne yaptığını paylaşmam başka bir anlam taşıyor. Buyrunuz!

"Bir gösteri seyredeceksem, kafama üşüşen soruları kenara bırakma süreci daima zor olur benim için, YU'da da böyle oldu. Sıkılganlığımın nedenini kendimi gösteriye bırakamamak olarak yorumlasam da evet, özellikle bir anahtar deliğinden gösteriyormuşcasına parçalı şekilde ve ağır tempoda ilerleyen başlangıç yorucu hissettirdi. Böyleyken, gösteri süresince, bedenine yönelttiği bakışını yavaş yavaş derinleştirdiğini sezdiğim icracı/koreograf, gölgeler, yoğun ışık oyunları, hareket ile hareketsizlik arasındaki şüpheli durağan anlar, aniden keskinleşip çoğalan nefes, fırlayan ses, önce döne döne tekrarlanarak büyüyen ve sonra katman katman içten dışa doğru yönelenerek açılan eylem ile bir büyü yarattı. Sıkılganlığımın bir tür "bilinçli uyuma"ya, bir meditasyona nasıl dönüştüğünü hatırlamıyorum. Ama öyle oldu! Olmuş! Ne olup olmadığını sorguladığım o anda, başım dönmeye başladı. Yön duygumda bulanıklık, yerçekimi ile aramda bir mesafe oluştuğunu hissettim. Bir an sağda, diğer an yukarda ortaydaydım. Hiç bir yere ve zamana ait olmadığım, ancak kendimi şimdide var etmeye tutunduğum, tenime nüfuz eden havaya muhtaçlığımın arttığı başka bir halde bir süre kalakaldım. Oksijen, oksijen, oksijen... Sokağın yaşayan ağına kendimi atma isteği... Bütün bunlar gösteri bittikten sonra başıma geliyordu. Yeni bir bilinç, yeni bir ben, olabilir miydi? Evet, mümkündü."

Gösteride ortaya çıkan etkiye destek olması açısından, oyun yeri ve seyir yeri mesafesinin yeniden düzenlenmesi, mekanın hacimliliğinden daha çok yararlanılması ve kendine özgü bir ses tasarımının kullanılması düşünülebilir.

İlerleyen süreçte, Gizem Aksu'yu takip etmek heyecan verici olacak.

Gizem Aksu hakkında;
https://gzmaksu.wordpress.com/
https://vimeo.com/182208633

YU
Konsept, Yönetim & Performans: Gizem Aksu
Skenografik Tavsiye: Meryem Bayram
Işık Tasarım: Utku Kara
Fotoğraf: Meryem Bayram
APAP, 0090 ve Çıplak Ayaklar Stüdyo’nun desteği ile…

7.04.2016

Tiyatro/Oyunculuk/Dramaturji Atölyeleri_Sinestetik Sanat

Oyun üretimine, dramaturjiye ve oyunculuğa yönelik farklı atölyelerim Yeldeğirmeninde Sinestetik -art works- Cafe'de başlıyor.


15.01.2016

A PROFILE OF THE PERFORMING ARTS IN TURKEY

A PROFILE OF THE PERFORMING ARTS IN TURKEY

(This review was written in January 2016, and published on http://www.greek-theatre.gr)
http://www.greek-theatre.gr/public/en/greekplay/index/newview/765

The aim of this text is to develop a general point of view over the theater, dance and movement scene in Turkey. The selection of content has been made in consideration of such factors as the qualities of the ensembles, differences or innovations observed in aesthetical tendencies, production themes, theater stages and the remarkable changes which have taken place in recent years. Although as many ensembles and productions as possible have tried to be covered, due to space constraints, the scope of this essay has been inevitably restricted to the alternative theater stages and pieces which are different with regards to the aforementioned topics. Since most of the performing arts in Turkey are produced in Istanbul, the examples and observations have been geographically limited.

Turkey is becoming politically and, therefore, socially more conservative day by day. People try to stay alive and produce/consume arts with patience and faith in a discriminative surrounding, which is marked by a culture of hate instigating hostility, where doing democratic politics is becoming impossible, where the right to self-advocacy, being visible in community, voicing and debating unwanted issues without obscuring them is considered either a crime or immoral, where public opposition is repressed in an atmosphere of censorship, physical/psychological violence, murder and terror. Despite this background as well as the political and social problems which are felt more widely all over the country each passing day, the 2015-2016 season started with surprising speed and intensity. Still going on with the same pace as well…

Everyday two sides of Istanbul come together. From Asia to Europe and from Europe to Asia...Each side has its own formation and history. With respect to performing arts, it would be proper to state that the European side has been the favorite from the very past. However, the Asian side, particularly with its Kadıköy district, has recently transformed into an area where social life and cultural life meet. It can be noticed that one of the reasons for this change –although not the only one- is the complete transformation around the Taksim/Beyoğlu area, which constitutes one of the centers of the European side of the city. Because the place has a trace; it structures and positions, addressing the senses and memory. Places are being constructed, being pulled down and being re-constructed again.

Speaking of the alternative theater spaces in Istanbul, the images to pop up in one’s mind immediately are those of a cozy place with an authentic atmosphere, a small cafe in the foyer, a stage with an audience capacity of 60-70 seats, a small or low-ceilinged space for plays which looks like a laboratory stage or a studio… There is no state support, and some of the projects are occasionally produced with the contributions of individual sponsors and voluntary donators. Some theater stages attempt to generate funds by launching membership cards or hosting guest plays for the favor of the space. A work discipline based on collective and horizontal hierarchy, a young and dynamic crew, research and development, international and local collaborations, interdisciplinary work… Performance halls such as Galata Perform, Kumbaracı 50, Çıplak Ayaklar Stüdyosu, Kadıköy Terminal Sahne, 2. Kat, Tiyatro D 22, Tatavla Sahne, Şermola Performans and Kadıköy Theatron can be given as examples which have passed through a similar course although they were founded at different times in a span of 10 years.

It is obvious that the theater space is a very important factor for the sustainability of the company running/operating that space. First of all, it provides a common space for rehearsal and supports the capacity of the ensemble to create a repertory. However, it also becomes apparent in time that “this place” does not constitute an important environment only for the host company but also for the other companies performing there and the audience which embraces the space somehow. Using a common space enables visiting productions to have visibility on the one hand and provides a budget for the company which runs the place on the other hand. These spaces also host different workshops and classes on performing arts. They are used for residencies or made available for free use at times. The plays tailored for specific stages or designed in a certain way because of the specific properties of the stages point to a reality in Turkey: The inspiration and creativity which emerges in an attempt to find solutions vis–à–vis challenging conditions…

The issue of urban transformation has almost become indispensable in Istanbul because the city, which is continually rebuilt, has become “a center of pulled-down and reconstructed buildings” according to the trend of urban transformation, and the wishes of the political and commercial powers. As a consequence, the number of closed-down theater spaces and companies forced to abandon their buildings is increasing. However this situation does not seem to have intimidated the artists; they have come up with answers to the question “how can we move on?” and they have even started to found their own theaters utilizing the very urban transformation process. There are three examples which are quite visible. For instance, since the building Tiyatro Kast had been residing in was sold, they have been using Kadıköy Terminal Theater which they were already in collaboration with. Another example is Mekan Artı, which transformed one of the halls of the historical Şafak cinema in Çemberlitaş into a theater stage when their own space in Elmadağ had to be closed down. Lastly, Moda Sahnesi has come back to life after the renovation of the Moda cinema, which had been in use in Kadıköy for 40 years although in dire need of care and reconstruction. The space has been rebuilt from scratch and, besides two small studios, a modular hall has been constructed, which can be re-arranged according to stage requirements for theater and dance performances or concerts with an audience capacity of over 250.

The concepts such as urban transformation and gentrification can be directly seen in the performances. The examples from this season are as follows: Yalınayak Müzikhol (Barefoot Musichall), performed by Altıdan Sonra, focuses on displaced music hall workers and their process of becoming a partner to the Kumbaracı 50 stage. Cambazın Cenazesi (Acrobat’s Funeral), performed by 2.Kat, discusses the transformation of an old, inherited house with fruit trees in its garden to a housing estate. İz (Stain), directed by Yeşim Özsoy Gülan from GalataPerform, gathers various characters from the multi-layered culture and geography of Istanbul in the same theatrical space. Tiyatro TEM’s play Beraber ve Solo Şarkılar from 2010 associates memory and space. The performance called Dans Etmek Ya da… (To dance or…), created by the choreographer Ayrin Ersöz in 2010, carries the Romani culture from the Ottoman Era to the present, identifying a demolished urban area and a form of dance.
When speaking of outer space use, the examples which strike as remarkable are as follows: Likit Politika (Liquid Politics), which is a street performance by Gonca Gümüşayak, based on the images of the Gezi Park actions in 2013, and explores the issues of public space and civil initiatives. Tiyatro Artı’s play Hayaletler, Seni Kim Gözetliyor? (Ghosts) performed by one of the audience members walking with a smartphone in the streets of Karaköy, and the series of plays named O’ndan Sonra (After her, after that) produced with a similar idea again in the streets of Karaköy. Lastly, the dance performance Gövde Gösterisi (Show of Strength) choreographed by Tuğçe Tuna –an artist generally working on site-specific performances. In this last example, the yard of İstanbul St.Pulcherie Lycee and almost all of the school’s area is used for the performance, and the audience follows the performers during the entire show.

When the concept of alternative theater began to be used in Turkey in the 90’s, it was used with the aim to point to companies researching new possibilities in terms of form and content. It would be appropriate to recall the major companies from that era such as Kumpanya, 5. Sokak Tiyatrosu, Bilsak Tiyatro Atölyesi and Tiyatro Oyunevi although they have not been producing under the same name or have been disassembled for a long time. Today the definition of “alternative theater” is easy to use and its examples are familiar to watch for the audience; however, this was not the case then. This ground provided a positive starting point for the companies founded after the 2000’s. Another important factor is that the mechanism of research, development and criticism is more effective today. In the 90’s there were directors and actors researching within the scope of their own defined theater style more informally, or directors and actors working at different institutions professionally but eager to engage in alternative practices at the same time. In the 2000’s, also as a result of the increasing number of acting departments at universities, the number of young companies made up of graduate students who come together and start to create pieces immediately after their graduation has significantly increased.

The companies and artists which are quite active and visible today can be grouped as follows: Stüdyo Oyuncuları, Aydın Teker (choreographer) and Emre Koyuncuoğlu (director) started to create pieces before 2000. Hareket Atölyesi, Ve Diğer Şeyler Topluluğu (Galata Perform), TALdans, Semaver Kumpanya (Çevre Tiyatrosu), Tiyatro TEM, Tiyatro Boyalı Kuş, Talimhane Tiyatrosu, Oyunbaz and Seyyar Sahne were established in the first half of the 2000’s. Altıdan Sonra Tiyatro (Kumbaracı 50), Çıplak Ayaklar Kumpanyası, Mezopotamya Dans, noland/Esra Yurttut (dancer/choreographer), Dot, biriken, Tiyatro Kast, Tiyatro Adam, Tiyatro BeReZe, Tiyatro Neki/Merve Engin and Esmeray started to make pieces circa 2005. Tiyatro D22, 2. Kat, Tiyatro Hal, Kadro Pa, Gnlev, Moda Sahnesi, İstanbulimpro (Kadıköy Terminal Sahne), Tiyatro Tatavla (Tatavla Sahne), Destar Tiyatro (Şermola Performans), Tiyatro Artı (Mekan Artı), Ekip Tiyatrosu, Tiyatro Hal, Craft, Karma Drama and Bulutiyatro were founded between 2010 and 2013. Cazu Tiyatro (Kadıköy Theatron), Berika/Can Bora, Tatbikat Sahnesi, Gizem Aksu (dancer/choreographer) and Bedirhan Dehmen (dancer/choreographer) became more visible by 2015.

A general overview of the plays staged by the companies in Istanbul seems to relate to the main theme of “violence in micro and macro scales”. The sub-themes under this main theme are sexual identity, gender, sexual taboos, fascism, conflicts between different ethnic origins, belonging, alienation, identity formation, realizing self identity, human rights/violations and struggles, social consciousness and exploitation, individual and the effects of capitalism, individual and the domineering effect of power, rules and anomaly, changes in ethical values, confrontation and/or revenge or challenge, terror, local panic, justice, law, crime, daily life, trying to keep up in the modern city. There are also plays focusing on the recent history of Turkey with a critical approach among all these themes.
It is an already known fact that alternative theaters prefer to stage the plays they write themselves in their own spaces. However, it would also be proper to emphasize the increase in the number of new Turkish writers and companies writing and staging their own plays since 2010. These contemporary playwrights from Turkey such as Yiğit Sertdemir, Mirza Metin, Ahmet Sami Özbudak, Sami Berat Marçalı, Berkay Ateş, Ayşe Bayramoğlu, Ebru Nihan Celkan, Ufuk Tan Altunkaya, Didem Kaplan, Cem Uslu and Turgay Doğan seem to be quite adept at conveying the current state of affairs in Turkey. Moreover, different contemporary theatre script projects conducted by ensembles such as Dot, Destar, Altıdan Sonra Tiyatro and Galataperfom in collaboration with diverse writers and directors open a creative space for emerging playwrights. One example of these initiatives is the “New Text/New Theater” project, which has been gradually developing and flourishing since 2006. Writing a new script seems to be dependent on the process of staging. Contemporary stage scripts are formed also in consideration of the dimension of acting, and the use of body and movement. It also seems that an increasing number of productions are based on the physicality of performance.

As mentioned at the beginning of the text, some of the different tendencies in the theater scene can be summarized as follows. Working with a crowded crew, Tiyatro Adam develops a detailed approach to movement/choreography, and emphasizes the use of an epic language and musical qualities as in the plays 5. Frank and The Resistible Rise of Arturo Ui. Semaver Kumpanya shows two tendencies in terms of its staging style: The first style is used in plays such as Method and Facts, which are more compact with 3 or 4 actors; the second style can be illustrated with plays such as Birds and Titus Andronicus, which have a dense group energy, use movement and body language to a great extent, and are almost like a musical performance. Dot has become an important theater in terms of bringing the concept of in-yer-face theater to the agenda, helping to popularize the playwrights producing in this genre, and developing an experimental approach to stage and movement design. Performing Zinnie Harris’s Midwinter lately, Dot has staged the plays of writers such as David Greig, Lucy Kirkwood, Dennis Kelly, Bryony Lavery and Mark Ravenhill since it was established. Tiyatro TEM has regained a characteristic place in the theatre scene by merging traditional genres, cabaret and contemporary theater for more than 10 years in plays such as Gündüz Niyetine (Mutual Dreams) and The Tragedy of Richard III. Mezopotamya Dans explores the past and current stories of the Alevite and Kurdish cultures as in their last performance Leyla, based on the life of the first Kurdish dancer Leyla Bedirxan. Founded in 2008, DestAR Tiyatro experiments with theater researches, stages productions based on Kurdish stories which are performed in the Kurdish language in order to contribute to the Kurdish theater experience. Hareket Atölyesi is an ensemble which does theoretical and practical research in every project. It is composed of members from different age groups and backgrounds, and derives its stage language from ensemble members’ personal cognitive and body memories, using all kinds of media if required although the body forms the center of the aesthetics. Their latest project Kül-kadın (Cind-Woman) proves that this approach has matured. The performance company biriken, constituted by Melis Tezkan and Okan Urun, creates a different stage set-up in each project using various tools of video, installation and performance. Using original or adapted scripts, biriken shows the tides in the world of character/role/identity. Berika/Can Bora produces interdisciplinary pieces such as Dantel and Kam, composed with techniques such as dance/theater, video, animation and Blue Screen. In Moda Sahnesi, director Kemal Aydoğan creates a distinctive atmosphere, using the scripts of writers such as Maritz Rinke, Sibylle Berg, Koffi Kwahule, Stefan Tsanev and Koltes together with a group of actors who have proven themselves in cinema and television productions. Semih Fırıncıoğlu has shown an effective example of a site specific work with his Uçuruma Doğru Lezzet Lokantası (A Delicatessen on the Brink) -a dance theater performance designed for Salt Karaköy at the beginning of this season. He presented an eclectic performance with young and powerful dancers, of which the musical dramaturgy was also an important part.

It also seems that workshops and education programs have been considered to be at least as important as the space, company and performance in recent years. A new field is emerging which diverges from the classical structure, focuses on different forms of acting and movement, and tries to satisfy the need to deepen in specific styles. There is also an increase in the number of practices carried out in the summer period. In this respect, Tiyatro Medresesi is a significant example founded on the basis of the idea of a performance research center. Organizing workshops, theater camps, panels and conferences, Tiyatro Medresesi aims to underscore the importance of theatre research in Turkey, to provide a means for artists from different disciplines and the audience to meet, and to establish a creative space where artists can play with their boundaries. Some of the camps held in Tiyatro Medresesi this summer were as follows: “Suzuki–Viewpoints–Composition: Physical Theater and Creative Process” (Fatih Gençkal); “International Michael Chekhov Workshop” (Ulrich Meyer-Horsch); “Towards Solo Performance” (Aleksandra Kazazou); “Movement, Action and Dialog” (Celal Mordeniz and Erdem Şenocak).

From the author’s point of view, many questions emerged throughout the writing of this text, which relate to the issues of theater, dance, artist, audience, the meaning of making arts, the spaces in which art is produced, criticism, cultural policies, the relation between arts and power, the relation between arts and the state, and the relation between arts and individual/social policies. These questions –perhaps once more- have proven the author that making and engaging in arts in Turkey means a field of total and vital challenge, labor and expression. Although the working conditions, working methods and aesthetics resulting from the necessity to create your own cultural politics consistently seem riveting… Although the decisiveness to build sustainability and find out solutions surprises… This goes on… Always with hope…

---

-Companies, venues and artists mentioned on the text-
http://www.aydinteker.com
http://www.biriken.com
http://www.bgst.org
http://www.can-bora.com
http://www.ciplakayaklar.com
http://esrayurttut.com
http://www.galataperform.com
http://go-dot.org
http://www.gnlev.com
http://ikincikat.org
http://www.istanbulimpro.com
http://www.karmadrama.com/
http://www.kadikoyterminal.com
http://kumbaraci50.com
www.kadikoytheatron.com
http://www.modasahnesi.com
http://www.mekanarti.com
http://www.oyunatolyesi.com/
www.semaverkumpanya.com
http://www.sermolaperformans.com
http://www.seyyarsahne.com/
http://www.studiooyunculari.com
http://www.tiyatromedresesi.org
www.tiyatrod22.com
http://tiyatroboyalikus.blogspot.com.tr/
http://tatavlasahne.com
www.tiyatrokast.com
http://taldans.com
http://www.talimhanetiyatrosu.com/
http://www.tiyatrotem.com
http://www.tiyatroadam.com
http://tiyatrobereze.com/

GÖSTERİ SANATLARINA TÜRKİYE’DEN BİR KESİT

GÖSTERİ SANATLARINA TÜRKİYE’DEN BİR KESİT

(Bu yazı Ocak 2016'da yazılmış ve http://www.greek-theatre.gr 'de yayınlanmıştır.)

Bu yazıda, Türkiye’de gerçekleşen tiyatro, dans ve hareket çalışmalarına yönelik genel bir bakış açışı oluşturulması hedeflendi. İçeriği oluştururken toplulukların niteliklerine, estetik eğilimlerindeki farklılık ya da yeniliklere, yapımların temalarına, tiyatro mekânlarına ve son yıllarda gerçekleşen dikkat çekici değişimlere bakıldı. Mümkün olduğunca çok topluluğa ve yapıma yer verilmeye çalışılmış olsa da, yazının da bir sınırı olduğundan, alternatif tiyatro sahneleri ve çalışmalarında yukarıdaki başlıklar açısından farklılıklar gösteren yapımlar üzerinden bir çerçeve çizildi. Türkiye’de gösteri sanatlarına yönelik üretimlerin tamamına yakını İstanbul’da olduğundan örnekler ve saptamalar bu açıdan sınırlandı.

Türkiye’de politik ve buna bağlı olarak toplumsal olarak gün geçtikçe muhafazakârlaşan bir bakış açısında, ayrıştırıcı, düşmanlığı körükleyici bir nefret kültürünün oluşturulduğu, demokratik siyaset yapmanın imkansızlaştığı, kendini temsil etme hakkının, kamusal alanda görünür olmanın, istenmeyen konuları gündeme almanın, üzerini örtmeksizin tartışmaya açmanın suç ya da ahlak dışılık sayıldığı, toplumsal muhalefet etkinliklerinin baskılandığı, sansür, fiziksel ve psikolojik şiddet, cinayet, terör ortamında yaşamaya, sabır ve inançla sanat üretilmeye/tüketilmeye çalışılıyor. Bu tabloya ve ülke genelinde her geçen gün şiddeti daha fazla hissedilen, siyasi ve toplumsal olumsuzluklara rağmen 2015-2016 sezonu şaşırtıcı bir hız ve yoğunlukla başladı. Aynı tempoda da devam ediyor.

İstanbul’da iki yaka her gün bir araya gelir. Asya’dan Avrupa’ya… Avrupa’dan Asya’ya… İki yakanın da kendine has biçimlenişi ve tarihi vardır. Gösteri sanatları algısı açısından, Avrupa Yakası çok eskiden beri daha gözde olmuştur. Doğruya doğru… Ne var ki, son yıllarda Asya Yakası da -özellikle Kadıköy ilçesi- hem sosyal hayatın hem de kültür hayatının buluştuğu bir nitelik kazandı. Bunun, tamamen olmasa da şehrin Avrupa yakasındaki merkezlerinden Taksim ve Beyoğlu civarındaki topyekün değişimden etkilendiği fark ediliyor. Çünkü mekânın bir izi var, şekillendirip, konumlandırıyor, duyulara ve hafızaya sesleniyor, inşa ediliyor, yıkılıyor, yeniden yapılanıyor.

İstanbul’daki alternatif tiyatro mekânları deyince ise akla şöyle bir görüntü geliyor. Sıcak, kendine özgü bir atmosfer, fuayede küçük bir cafe, 60-70 kişilik seyirci kapasiteli bir seyir alanı, laboratuar sahnesini ya da stüdyoyu andıran küçük ya da alçak tavanlı bir oyun alanı… Devlet desteği yok ya da kimi projeler için zaman zaman, bireysel sponsorlar, gönüllü bağışçılar, kart uygulamaları, mekân yararına sahnelenen konuk oyunlar… Kolektif ve yatay hiyerarşide ilerleyen çalışma disiplini, genç ve dinamik bir ekip, araştırma-geliştirme, uluslararası ve yerel işbirlikleri, disiplinlerarası çalışmalar… Galata Perform, Kumbaracı 50, Çıplak Ayaklar Stüdyosu, Kadıköy Terminal Sahne, 2. Kat, Tiyatro D 22, Tatavla Sahne, Şermola Performans, Kadıköy Theatron gibi aralarında beş, on yıllık zaman dilimleri olsa da benzer süreçleri yaşayan mekânlar örneklendirilebilir.

Mekânın, o mekânı işleten/yürüten topluluğun sürekliliği için bağlayıcı bir öğe olduğu çok açık. Öncelikle provalar için ortak bir alan sunuyor ve repertuar oluşturma kapasitesini destekliyor. Ancak, zaman içinde fark ediliyor ki, “burası”, sadece onu yöneten topluluk için değil, sahne alan diğer topluluklar ve bir bakıma onu sahiplenen seyirci için de önemli bir ortam haline geliyor. Ortak mekân kullanımı konuk yapımlara bir alan açarken, yürütücü topluluğa da bir bütçe oluşturuyor. Gösteri sanatlarına yönelik farklı içerikteki atölye ve dersler, zaman zaman residance olarak, zaman zaman ücretsiz kullanıma da ev sahipliği yapıyor. O mekân için tasarlanan ya da mekânın yapısı yüzünden o şekilde biçimlenen oyunlar, ister istemez Türkiye’deki genel bir tavrı da gözler önüne seriyor. Koşullara göre çözümler üretirken ortaya çıkan ilham ve yaratıcılık…
Dönüşüm meselesi de artık bir zorunluluk gibi İstanbul’da, çünkü sürekli yapılanan şehir bir süredir kentsel dönüşüm kaygısına –ve siyasi iktidarın beğenisine ticari beğeniye - göre “yıkılıp, yeniden inşa edilen binalar merkezi” haline gelmiş durumda. Buna bağlı olarak, mekânından çıkmak zorunda olan topluluklar da kapatılan tiyatro mekânları da çoğalıyor. Yine de bu durumun sanatçıları yıldırmadığı, aksine “nasıl devam ederiz?” sorusuna yanıtlar buldukları, hatta bu dönüşümden yararlanarak kendi tiyatrolarını açtıkları görülüyor. Hemen üç örnek verilebilir. Tiyatro Kast, yer aldıkları binanın el değiştirmesinden sonra, çalışmalarını hali hazırda iş birliği içinde oldukları Kadıköy Terminal Sahnesine taşıdı. Mekan Artı beş yıldır yer aldığı Elmadağ’daki mekanları kapanmak zorunda kalınca, bu sezon Çemberlitaş’taki tarihi Şafak Sineması salonlarından birini tiyatro mekanına dönüştürdü. Moda Sahnesi, Kadıköy’de 40 yıldır varlığını sürdüren ancak bakıma muhtaç bir hale gelmiş Moda Sineması’nın dönüştürülmesi ile yaşam buldu. Sıfırdan yapılan mekânda, -daha küçük iki stüdyo dışında- 250 kişinin üstünde seyirci kapasiteli, sahne kullanımına göre değişebilen modüler yapıda, tiyatro, dans ve konserler için uygun bir salon meydana getirildi.

Gösterilere bakıldığında kentsel dönüşüm, mutenalaşma gibi kavramların doğrudan etkili olduğu da görülüyor. Bu sezon Altıdan Sonra Tiyatro’nun yerlerinden edilmiş bir müzikhol çalışanlarının Kumbaracı 50 sahnesine ortak oluşlarını konu alan Yalınayak Müzikhol; 2.Kat’ın bahçeli, meyve ağaçlı, dededen kalma bir evin siteye dönüşümünü ele alan Cambazın Cenazesi; GalataPerfom’da Yeşim Özsoy Gülan’ın yönettiği İstanbul’un katmanlı kültür ve coğrafyasından karakterlerini aynı mekânda toplayan İz; Tiyatro TEM’in 2010 yılından bellek ve mekânı ilişkilendiren oyunları Beraber ve Solo Şarkılar; koreograf Ayrin Ersöz’ün 2010 yılında Roman kültürünü Osmanlıdan günümüze taşıdığı, şehrin yıkılan bir bölgesini ve dansı kimliklendirdiği Dans Etmek Ya da… adlı gösterisi örnek verilebilir.

Dış mekân kullanımı denildiğinde de, farklı örnekler olarak şu gösteriler akla geliyor. Proje ve uygulaması 2013 yılındaki Gezi Parkı olaylarının imajlarından hareket ederek Gonca Gümüşayak tarafından oluşturulan, kamusal alan ve sivil inisiyatif konularını irdeleyen bir sokak performansı Likit Politika; Tiyatro Artı’nın Karaköy sokaklarında cep telefonu ile tek bir seyirciyi dolaştırarak oynadığı Hayaletler, Seni Kim Gözetliyor? ve benzer bir mantıkla Beyoğlu sokaklarında geçen O’ndan Sonra oyunları; genelde mekân odaklı çalışan koreograf Tuğçe Tuna’nın Gövde Gösterisi adlı dans gösterisi… Bu son örnekte, İstanbul St.Pulcherie Lisesinin avlusundan başlayarak küçüklü büyüklü hemen hemen okulun bütün alanları kullanılıyor ve seyirci tüm gösteriyi dansçıları takip ederek izliyor.

Alternatif tiyatro tanımı Türkiye’de 90’lı yıllarda kullanılmaya başlandığında, hem içerik hem de biçim yönünden yeni arayışlara yönelen toplulukları anlamaya yönelikti. O dönemlerden Kumpanya, 5. Sokak Tiyatrosu, Bilsak Tiyatro Atölyesi, TiyatroOyunevi gibi belli başlı ancak uzun zamandır bu isimler altında üretim yapmayan veya dağılan grupları hatırlamak yerinde olur. Bugün için izlemeye alışık olunan ve kullanımında zorlanılmayan bu tanım, o dönemler için hayli çetrefilliydi. 2000’lerden sonra oluşan topluluklar için ise bu zemin olumlu bir başlangıç noktası oldu. Ayrıca, günümüzde araştırma/geliştirme ve eleştiri mekanizmasının daha etkili olmasının da payı büyük. 90’larda daha alaylı, kendi içinde kendi tanımladığı bir tiyatroya yönelik oyunculuk araştırması yapan ya da hâlihazırda profesyonel anlamda farklı kurumlarda çalışmakla birlikte alternatif çalışmalar yapmayı isteyen oyuncu ve yönetmenler yer alırken; 2000’lerden sonra, çoğalan oyunculuk bölümlerinin de etkisi ile üniversiteden hemen sonra bir araya gelen ve iş üretmeye başlayan genç toplulukların çoğalmış olması dikkat çekicidir.

Bugün etkin şekilde üretim yapan ve 2000 yılı öncesinden gelen Stüdyo Oyuncuları, BGST, Aydın Teker (koreograf), Emre Koyuncuoğlu (yönetmen); 2000’lerden Hareket Atölyesi, Ve Diğer Şeyler Topluluğu (Galata Perform), TALdans, Semaver Kumpanya (Çevre Tiyatrosu), Tiyatro TEM, Tiyatro Boyalı Kuş, Talimhane Tiyatrosu, Oyunbaz, Seyyar Sahne; 2005’lerden Altıdan Sonra Tiyatro (Kumbaracı 50), Çıplak Ayaklar Kumpanyası, Mezopotamya Dans, noland/Esra Yurttut (dansçı/koreograf), Dot, biriken, Tiyatro Kast, Tiyatro Adam, Tiyatro BeReZe, Tiyatro Neki/Merve Engin, Esmeray; 2010/2013’lerden Tiyatro D22, 2. Kat, Tiyatro Hal, Kadro Pa, Gnlev, Moda Sahnesi, İstanbulimpro (Kadıköy Terminal Sahne), Tiyatro Tatavla (Tatavla Sahne), Destar Tiyatro (Şermola Performans), Tiyatro Artı (Mekan Artı), Ekip Tiyatrosu, Tiyatro Hal, Craft, Karma Drama, Bulutiyatro; 2015’lerden Cazu Tiyatro (Kadıköy Theatron), Berika/Can Bora, Tatbikat Sahnesi, Gizem Aksu (dansçı/koreograf), Bedirhan Dehmen (dansçı/koreograf) sayılabilir.

İstanbul’daki toplulukların sahnelediği oyunlar genel olarak tarandığında, “mikro ve makro ölçekte şiddet” ana teması altında toplanmaları mümkün görünüyor. Bu ana temayı ortaya çıkaran temalar ise, cinsel kimlik, toplumsal cinsiyet, cinsel tabular, faşizm, etnik kökenler arası çatışmalar, aidiyet, yabancılaşma, kimliklenme, kimliğini fark etme, insan hakları/ihlali ve mücadelesi, toplumsal bilinç ve sömürü, birey ve kapitalizm etkisi, birey ve iktidarın eziciliği, kurallar ve kuraldışılık, etik değerlerin değişimi, yüzleşme ve/veya hesaplaşma ya da buna davet, terör, yerel panik, adalet, yasa, suç, gündelik yaşam koşulları, modern şehirde ayakta kalma gibi görülüyor. Bütün bu temaların içinde, Türkiye yakın tarihine eleştirel şekilde odaklanan oyunlar da farkediliyor.

Alternatif tiyatroların kendi bünyelerinde kendi yazdıkları oyunları sahnelemeleri yeni bir özellik olmasa da, 2010 yılından beri Türkiyeli yeni yazarların sayısındaki ve tiyatro topluluklarının kendi oyunlarını yazıp yönetmelerindeki artışın vurgulanması yerinde olur. Bu güncel, yerli oyun metni yazarları, gündemi yakalama konusunda oldukça başarılı görülüyorlar. Yiğit Sertdemir, Mirza Metin, Ahmet Sami Özbudak, Sami Berat Marçalı, Berkay Ateş, Ayşe Bayramoğlu, Ebru Nihan Celkan, Ufuk Tan Altunkaya, Didem Kaplan, Cem Uslu, Turgay Doğan örnek verilebilir. Bu noktada, Dot, Destar, Altıdan Sonra Tiyatro ve Galataperfom gibi toplulukların, çağdaş oyun metinleri üstüne uyguladıkları farklı projeler, bu projelerin çoklu yazar ve yönetmenler ile gerçekleştirilmesi yeni yazarlara yaratıcı bir alan açıyor. Bu projelerden 2006 yılından beri süregelen ve zaman içinde gelişerek zenginleşen “Yeni Metin/Yeni Tiyatro” örneklenebilir. Yeni metin yazımının ise, sahnelemeden bağımsız olmadığı görülüyor. Oyunculuk, beden ve hareket kullanımı aşamasında da çağdaş sahne metinleri oluşturuluyor. Ayrıca ağırlığı fiziksel performansa dayalı yapımlar ortaya çıkıyor.

Yazının başında da belirtildiği gibi, kimi topluluklar üzerinden farklı eğilimler de şu şekilde örneklendirilebilir. Tiyatro Adam 5. Frank ve Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi oyunlarında olduğu gibi, kalabalık kadrosu, kurduğu epik dil ve müzikal boyut, detaylı hareket/koreografi anlayışı ile yapımlarını üretiyor. Semaver Kumpanya’da sahneleme biçimi açısından iki damar olduğu fark ediliyor. Metot ve Veriler gibi daha kompakt, 3 ya da 4 oyunculu oyunlar ve ayrıca, Kuşlar ve Titus Andronicus gibi grup enerjisinin çok yüksek olduğu, hareket ve beden dilinin yoğun kullanıldığı, müzikal derecesine varan oyunlar da ortaya çıkartıyor. Dot, suratına tiyatro kavramının konuşulması, bu türde üreten yazarların popülerleşmesi, deneysel sahne ve hareket tasarımının geliştirilmesi açısından önemli bir tiyatro oldu. Son oyunu Zinnie Harris’in Kış Dönümü olan dot, kurulduğu günden bugüne, David Greig, Lucy Kirkwood, Dennis Kelly, Bryony Lavery, Mark Ravenhill gibi yazarların oyunlarını sahneliyor. Tiyatro TEM 10 yılı aşkın süredir geleneksel türler, kabare ve çağdaş tiyatroyu iç içe geçirerek ürettiği Alem Buysa Kral Übü, III. Riçırd Faciası gibi oyunlarıyla karakteristik bir yer edindi. Mezopotamya Dans ilk Kürt kadın dansçı Leyla Bedirxan’ın hayatından yola çıkan son gösterileri Leyla’da olduğu gibi, Alevi ve Kürt kültürünün geçmiş ve güncel hikayelerini sahneye taşıyor. DestAR Tiyatro 2008 yılında kurulduktan sonra tiyatrodaki arayışlarının yanı sıra, Kürt Tiyatrosu deneyime katkı sağlamak üzere Kürtçe oynanan ve Kürt hikayelerinden gelen yapımlar oluşturuyor. Hareket Atölyesi her projesinde teorik ve pratik araştırmaya yer veren, merkezine bedeni alsa da ihtiyaç duyulan her türlü medyanın kullanılabildiği, farklı yaşlardan ve deneyimlerden gelen katılımcılarının kişisel zihin ve beden hafızalarını sahne diliyle buluşturan bir topluluk oldu. Son projeleri Külkadın bu yaklaşımın olgunlaştığı gösteriyor. Melis Tezkan ve Okan Urun'un oluşturduğu sanat topluluğu biriken video, yerleştirme, performans araçları ile her projede farklı bir sahne düzeneği yaratıyor. Ele aldıkları özgün ya da uyarlanmış metinler yoluyla karakter/rol/kimlik arasındaki gitgelleri gösteriyor. Berika/Can Bora Dantel ve Kam gibi dans/tiyatro, video, animasyon ve Blue Screen tekniğini içeren disiplinlerarası yapımlar üretiyor. Moda Sahnesi’nde yönetmen Kemal Aydoğan; Maritz Rinke, Sibylle Berg, Koffi Kwahule, Stefan Tsanev, Koltes gibi yazarların metinleri ve kendilerini özellikle sinema ve televizyon oyunculuğu alanında kanıtlamış bir oyuncu grubu ile kendine özgü bir atmosfer yaratıyor. Semih Fırıncıoğlu, bu sezon başlangıcında Salt Karaköy’de, mekâna yönelik olarak tasarladığı dans tiyatrosu Uçuruma Doğru Lezzet Lokantası ile proje bazlı çalışmanın etkili bir örneğini verdi. Genç ve güçlü dansçılar ile eklektik, müzik dramaturjisinin de yoğunlukla hissedildiği bir gösteri sundu.

Son yıllara bakıldığında atölye ve eğitim programlarının en az mekân, topluluk ve gösteri kadar önem taşıdığı fark ediliyor. Klasik yapıdan ayrılan, farklı oynama ve hareket etme biçimlerine ve ayrıca belli bir tarzda derinleşme ihtiyacına yönelik bir alan ortaya çıkıyor. Buna ek olarak, yaz dönemindeki çalışmalarda da yoğunluk görülüyor. Bu açıdan Performans Araştırmaları Merkezi içeriği ile kurulan Tiyatro Medresesi ilgi çekici bir örnek. Düzenlemekte olduğu atölye çalışmaları, tiyatro kampları, paneller ve konferanslarla Türkiye tiyatrosunda araştırma faaliyetine gereken önemin gösterilmesini vurgulamayı, farklı disiplindeki sanatçıların ve seyircilerin karşılaşmasını sağlamayı, sanatçıların sınırları ile oynayabilecekleri, yaratıcı bir alan hazırlamayı amaçlıyor. Tiyatro Medresesinde bu yaz düzenlenen kamplardan bazıları ise şöyle örneklendirilebilir. Suzuki – Viewpoints – Kompozisyon: Fiziksel Tiyatro Ve Yaratım Süreci (Fatih Gençkal), Uluslararası Michael Chekhov Atölyesi (Ulrich Meyer-Horsch), Solo Performansa Doğru (Aleksandra Kazazou), Hareket, Eylem Ve Diyalog (Celal Mordeniz Ve Erdem Şenocak)
Yazarı açısından, bu yazının arka planında, tiyatroya, dansa, sanatçıya, seyirciye, sanat yapmanın anlamına, sanatın mekânına, eleştiriye, sanat ve iktidar ilişkisine, devlet ve sanat ilişkisine, kültür politikalarına, bireysel ve toplumsal politikalar ile sanat ilişkisine dair pek çok soru ortaya çıktı. Ve bu sorular, Türkiye’de sanat yapmanın, sanat ile uğraşmanın bütüncül ve yaşamsal bir mücadele, emek ve ifade alanı olduğu kanısına varılmasına –belki de yeniden- sebep oldu. Sürekli kendi kültür politikasını yaratmak zorunda bırakılmışlığın oluşturduğu çalışma koşulları, çalışma yöntemleri ve estetik, merak ettirici görünse de… Süreklilik kurmanın ve çözüm yolları üretmenin kararlılığı şaşırtsa da… Bu, böyle devam ediyor. Daima umutla…

---

-Yazıda adı geçen topluluk, sahne ve sanatçılar-
http://www.aydinteker.com
http://www.biriken.com
http://www.bgst.org
http://www.can-bora.com
http://www.ciplakayaklar.com
http://esrayurttut.com
http://www.galataperform.com
http://go-dot.org
http://www.gnlev.com
http://ikincikat.org
http://www.istanbulimpro.com
http://www.karmadrama.com/
http://www.kadikoyterminal.com
http://kumbaraci50.com
www.kadikoytheatron.com
http://www.modasahnesi.com
http://www.mekanarti.com
http://www.oyunatolyesi.com/
www.semaverkumpanya.com
http://www.sermolaperformans.com
http://www.seyyarsahne.com/
http://www.studiooyunculari.com
http://www.tiyatromedresesi.org
www.tiyatrod22.com
http://tiyatroboyalikus.blogspot.com.tr/
http://tatavlasahne.com
www.tiyatrokast.com
http://taldans.com
http://www.talimhanetiyatrosu.com/
http://www.tiyatrotem.com
http://www.tiyatroadam.com
http://tiyatrobereze.com/