Mekan: Boğaziçi Üniversitesi
Bazen "sadece dursam" diyorum. Kendini sükunete teslim etmiş bir duruşun akışında, sadece dursam... "Koşmanın içinde de bir durma var mı?" ritüel ile birlikte bunu merak ediyorum. Orada, o sürekliliğin içinde yankılanan bir durma... Kelimelerin, görüntülerin, soruların, türlü yılgınlıkların, umut edişlerin amaçlılığı arasında... "Sanırım daha fazla koşabilirim" dediğimiz o devinimin geçişkenliği içinde billurlaşan bir mevcudiyet... Koşmanın medidatif etkisi olduğunu nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bence doğru, yürümek de öyle... Aktif meditasyonun aktarıldığı pek çok örnek var sonuçta. Geri dönüp baktığımda şunu farkediyorum, ritüelin temelinde üç farklı kanalda enerjimizi yayarak koştuk. Aktarımlı farkındalık, diye bir sıfat uyduruyorum.
Öncesinde, koşulacağını bilmiyordum. Bu bana, basitleştirmenin ne denli faydalı olduğunu hatırlattı. Koşarken koştum! Bu iyiydi! Sonrasında aklıma gelen temalar/ilgiler oldu elbette. 1) "Kimin için başarılı, fit, güzel ya da yetenekli görünmek istiyorum?" sorusu. Ritüelin teması "en iyi koşucu kim?" değil! Peki hayatta neden böyleyiz? "En iyi koşucu olma" ya da o koşucuya sahip olma isteğimizden vazgeçmemiz nasıl mümkün? 2) İstanbul'da yine hava koşullardan şikayet ederek geçirdiğimiz SICAK bir güne denk gelse de, bir gün önce "terlemenin toksin atıcı etkisi var" diye düşündüğümden, kendime güldüğüm de oldu. Hadi terle bakalım Evren! 3) Bir de duygusal zeka ile ilgili bir alıştırmaya götürdü beni. Yürürken nefesimizin farkına varıyoruz, her nefes alışta sayıyoruz.
Evren nefes alıyor. Doğa her zaman değişiyor. İlginç olan bu değişim hiç bir zaman aynı olmuyor. Değişim hareket içeriyor. Değişmek için yön almak zorundayız. Yönelmek zorundayız. Yön aldığımızda, ne olacağını tam olarak bilmesek de bir yere doğru hareket ediyoruz. Bir çıkış, bir başlangıç! Anlam arayışımız daima devam ediyor. Evet, doğanın anlamı içkin, kendinden, ama bizler, insanlar, anlam peşindeyiz. Birine ya da bir şeye anlam vermek, kendimizden bir anlam yaratmak istiyoruz. Birine ya da bir şeye anlamlı gelmek istiyoruz. Anlam bir çeşit aidiyet gibi. Keşke bir papatya gibi yapabilsek ya da çimenlerin üstünde duran, minik eflatun çiçeklerin arasındaki arı gibi rüzgara bırakabilsek kendimizi. Yanlış yapıp yapmadığımızı, hatalı olup olmadığımızı, konuşmalarımızın aptalca ya da gereksizce gelip gelmediğini, fazla ya da yetersiz görünüp görünmediğimizi ölçüp, sorgulamadan, öylece yüzümüzü güneşe dönüp durabilsek... Anlam arayışımız sürüyor. Çünkü ayakta kalmaya çalışıyoruz. Bazen sadece açlığımızı dindirmek için... Ekmek parası için... Her şeye karşın, kendimizi ve belki bize benzediğini sandığımız her şeyi, bir aitlik altında/yanında birleştirebilirsek, huzura ereceğiz sanki. Oysa ki, gerçek önümüzde, çabaladığımız "şey" bizi ele geçiriyor. Hiç ölmeyecekmişiz gibi, nefes alıp verdiğimizi bile unutuyoruz.
Bir süredir
isteklerimizin doğru enerji ile hareket edip etmediğini ya da doğru kanala
enerjimizi yönlendirip yönlendirmediğimizi soruyorum. Gözlemlediğim ve tanık
olduğum, dahası bizzat yaşadığım olaylar bunu düşündürtüyor. Ritüele katılmak
için bir niyet belirlediğimizde, bir adanmışlık oluşturduğumuzda, birinin
iyiliğini istemenin ne denli zor olduğunu farkettim. Onun iyiliğini ne adına
istiyordum? Evet, niyetlerdeki çoğulluk, bireyselden evrensele genişlerken,
kişisel sınırları aşıyordu ama yine de, o niyet, kendi iç görümüzü harekete geçiren
-ironik şekilde- bir anlam taşımıyor muydu? Ki buna kendi iyiliğimi istemek
bile dahildi özünde. Suçluluk, hayal kırıklığı, anlayış, şefkat, adalet, vicdan
olguları bireyler ve herkes adına gökyüzüne karışırken, hem kendimize, hem
ötekine karşı geliştirdiğimiz bir yumak dağılıyordu. Yıpranan duygu tellerini
akort etmeye, sıkışan zihin bulutlarını ferahlatmaya yönelerek koşuyorduk. İyi
ki bu insanlar var! İyi ki şimdi buradayız! İyi ki dünyanın dört bir yanından
kadim bilgiler hala akıyor. Doğa gibi, değişerek ve hareket halinde... Değişim,
elden ele geçiş... Aktarım... Çimenin ne bildiğini ben bilebilir miyim? Ama ben
görüyorum, çimendeki sigara izmaritlerinin saçmalığı ve gerçekliği aynı anda
burada! Sevdiklerimizi
korumaya çalışıyoruz. Kendimizi sevmenin bunun bir parçası olduğunu
hatırlıyoruz. Çember bir yandan birleştirirken, bir yandan da bir kalkan gibi
kuşatıyor. Aslında sınır belirsiz! Eller tutuştuğunda, kalpler, ruhlar,
zihinler tutuşuyor; anıların, deneyimlerin, söylenen ve söylenmeyen her türlü
bilginin geçişi sağlanıyor. Bunun bir işe yarayıp yaramadığını, başka bir
deyişle bir anlamı olup olmadığını düşünmüyorum. Çünkü varız, buradayız! Bugün
koştuk, söyledik, dans ettik, selam aldık, selam verdik ve birbirimize kanal
olduk! Bu kadar! Arı kendini rüzgara bıraktı!